Paylaşı

Yayınlandı: Şubat 16, 2013 / Hayat, İnsan ve Hayatı, Türkçe
Etiketler:, , , , ,

Bazen oluyor. Yok, aslında sık sık oluyor ama, ilk önce aklıma bazen kelimesinin gelmesi de zaten olanla alakalı. Söyleyecek, yazacak bir şeyin olup da bundan imtina etmekten bahsediyorum. Çekinmek, üşenmek. Ama çoğu zaman cesaret edememek. En çok da anlamsız bulmak. Neden paylaşayım? Heyhat, zihninde buruşturup unutmayı umarak, ama asla boşaltmayacağın o çöp sepetine fırlatmak istediğin fikir kırıntısı bir de zaten paylaşmakla ilgili olunca iş komik oluyor. Acı, dalgacı, çin işkencesi gibi devamlı aynı yerden insanı dürten gıcık, kalın, etli bir parmak misali bir komik.

Zaten okuyup, dinleyecek olan üç, beş yakın arkadaşın ucuz pop-psikolojik tahlillerinden kaçınma çabası mı? Yoksa çok iyi tanıdığın o üç, beş yakın arkadaşın zaten ne diyeceklerini bildiğinden, ama sen onları biliyorsan onlar da seni biliyor olmalı uyanışından, o zaman haklılar mı yoksa kavrayışından uzak kalma içgüdüsü mü? Yoksa bir kör talih neticesinde söylenenlere rastgelen, bir zaman bir yerlerde hayatına dokunulmuşlardan birisinin, hakkında derme çatma oluşturulmuş önyargı kotasını doldurmama isteği mi? Yoksa sadece yapacak daha iyi bir şeylerinin olması mı?

Paylaşım çağında; her şeyin paylaşmak, bir an önce paylaşılacak şeyi bularak paylaşmak, o gün paylaşılacak şeyi ilk bulan olarak paylaşmak, paylaşılabilecek bir şeyleri yaratmak için planlar-programlar yapıp paylaşmak çağında, paylaşımın tadının kaçmasını çok da yadırgamamak lazım herhalde. Misal, hemen canlı bağlantı yaparak paylaşılan bu cümleye bakarsak, yıllardır kartopu gibi toplana toplana daha derli-toplu daha da yuvarlak hale gelen bu “toplumsal eleştiriyi” paylaşmış olmam bizzat benim kendi tadımı kaçırdı. Öyle ya, kimsenin paylaşılanların tekrarcılığından şüphe duymadığı ama paylaşmaya tekrar tekrar devam ettiği, kimsenin paylaştıklarından memnun olmadığı ama biraz zorlasa ne paylaşacağını bir takvime oturtabileceği bir zamanede, en kötüsü zaten bu bilineni söylemek olmalı. Sokak ortasında karısını döven bir adamı izleyen kalabalığın arasından birisinin “bu adam sokak ortasında karısını dövüyor” demesinin, o anda söylenebilecekler arasında en yadırganacak cümle olması gibi. Oysa sessizce olayın vahametini düşün ya da dehşet içinde bakakal. Bunlar için kimse seni yadırgamaz. Hepimiz yapıyoruz nihayetinde. Harekete geç kavgayı ayır serzenişi de yok ortada. (Daha önce yazılarıma maruz kalma şanssızlığına erişmişleri şaşırtsa da.) Yap-yapabiliyorsan, ayır, eyvallah. Ama kimsenin böyle bir beklentisi yok sonuçta. Konu sessiz kalmak, seyirci kalmak meselesi değil. Konu, neden paylaşıyorsun – neden paylaşayım meselesi.

Konu, en son orjinal bir cümle duyalı ne kadar zaman oldu, meselesi. Uzak diyarlardan eşe eşe, araya taraya ulaştığın bir içim su internet köşelerinden, satır aralarından, dizi sahnelerinden değil, kendi hayatından demek istiyorum. Şu sadece sana ait olan hayatının, sana özel anlarından, sana özel konuşmalarından, sana özel insanlarından, hatta belki de kendinden duyduğun bir cümleyi soruyorum. Çağrı merkezlerinin konuşma metinlerine benzeyen modern zaman hayat metinlerinden, hani artık en geç iki haftada bir güncellenen şu metinlerden fırlamamış gibi duran orjinal bir cümleyi arıyorum. Daha önce bir yerlerde üretilmiş bir esprinin, bir karakterin, bir mizansenin sırf arkadaşlarından birinde hayat bulması, ya da kendi başına gelmesi üzerine aniden ilginç kılınan bir olaydan bahsetmiyorum ama. Sıkça bunu bilmesem de olurdu dediğin, işgüzar-bir-şekilde-başına-gelen-her-olayı-her-detayı aktaranların tesadüfi orjinalliğinden de bahsetmiyorum. Şöyle sapıkça bir şey. Kirli bir şey. Ya da masum bir şey belki de. Gizli bir şey. Fakat sadece gizlenmiş olduğu için değil de, daha önce hiç bulunmamış olduğu için gizli olan bir şey. Sadece açık, dürüst, savunmasız bir şey de değil, sahici bir şeyden bahsediyorum. Hani en baştan o yüzden arkadaş olmuştun ya onunla. Yıllardır o orjinalliği de hala taşıyor, tekrarlıyor ve yine o yüzden hala arkadaşsın onunla ya. İşte o ilk cümleden, ama yenisinden, son zamanlarda başına gelmişinden bahsediyorum. Hani duyunca, ne oldu şimdi dediğin. Ya da tüm içtenliğinle, yine içinden, kocaman bir evet budur çektiğin. Bir cümle. Bir orjinal, kıçıkırık cümle. Bir bakış. Bir gülüş. Bir duygu. Bir şey. Onca paylaşılan şey arasından bundan var mı bir tane? Yok mu? Yoksa var da bunca zımbırtı arasından seçmek mi imkansız sadece?

Vay anasını. Tam istediğim gibi bir yazı oluyor. Yok aslında olmuyor tabii, asla olmaz da, olmamasını istediğim yazı da olmuyor sanki. Paylaşmakla ilgili bir şeyler yazarken hiçbir şey paylaşmamak ve paylaşmakla ilgili bir şeyler yazmak isterken tüm yazının bir şeyleri paylaşıp paylaşmamak üzerine kararsız kalması arası bir yazı oluyor ya, sen ona bak. Sırf paylaşılamayacak bir şeyleri, sahici-cesur bir şeyleri paylaşmak adına (aha bu araya da yazının amacını paylaşıverdim) olabildiğince çiğ, iğreti… Hatta o kadar ki, amacının cesur-sahici olmak istediğini söyleyebilecek kadar budala. Öyle yüzsüz. Anlamsızlığıyla, tutarsızlığıyla neredeyse rahatsız edici. Belki bu yüzden bu tip paylaşımlardan kaçınmalı, kaçınılıyor. İnsanların bunu göz önüne alarak böyle yaptıklarından şüpheliyim tabii. Ancak öte yandan da, kimsenin de başkalarıyla paylaşmadıklarından daha fazla başkalarıyla paylaşılmayası şeylere ihtiyacı yok. O kesin.

Öyle istediğim gibi bir yazı oluyor ki, içine yazının kendisiyle ilgili bile bir şeyler yazmaya başladım baksanıza. Belki paylaşınca birkaç like bile alır bu yazı diye düşünüyorum/umuyorum mesela şu anda da. Birkaç likela, bir iki farkına varılmayla kendimi kandırmaya da hazırım. İşte bu yüzden paylaşmıştım zaten pozu takınabilirim böyle bir durumda. Zaten daha fazlasını istemek haksızlık olurdu herhalde. Paylaşılacak onca şey varken, zaman ayırıp, uzun uzun aynı şeyi paylaşmak çılgınlık olurdu.

Madem yazının kendisiyle, yazım aşamasıyla ilgili bir şeyler yazabilecek kadar işi ileriye götürebildim, son olarak bir de yazının okunma hayallerine dalmam lazım belki de. Misal, yalnızlık-hayattan zevk almama-intihara meyilli mi acaba-depresyon falan tandanslı cümleler mi uçuşuyor okuyucunun kafasında acaba. Çünkü paylaşmak – ama şimdiye kadar paylaşılmışlardan faklı bir şeyleri paylaşmak – isteği olarak okumayınca bir anda paylaşmanın zevki kalmamış be arkadaş, bu hayatta paylaşılacak ne kaldı ki tadı geliyor da olmalı bu yazıdan. Ya da gelmiyor, ama bu endişemi de paylaşmış oldum işte. Dedim ya, herkesin ne diyeceğini bildiğini düşünmeye başladığın anda, herkesin de senin ne dediğini bildiğini zannettiği bir cezayı hak ediyor olmalısın. Ondan sonra da, bir an neden paylaşayım konulu bir yazıyı sümen altı etmeye çalışırken, bir sonraki anda yazının tam tersine bu şekilde elinde patlaması da normal herhalde.

Her neyse. Eğer amacım paylaşmakla ilgili bir şey söylemek idiyse, bu yazının kendisiyle, hiç paylaşılmaya değmezliği, paylaşılmaması gerekliliği, ya da böyle bir teste dahi tutulmasının saçmalığıyla ve bunlara rağmen paylaşılmış olmasıyla amacıma gani gani ulaşmış oluyorum herhalde. Gizliden gizliye içimden bir ses “herkesin paylaşmakla bir derdi var ama bunu bir türlü paylaşamıyorlar aslında” şeklinde kendimi kandırmış olmasam böyle bir amaca da kalkışmazdım. Ama kalkıştım ve kalkışmışken, yazının kendisinden çok, dışındaki-öncesindeki-sonrasındaki her şeyini paylaşmak istedim.

En azından… En azından denedim? En azından paylaştım? Neden en azından bir şeyleri başarmış olması gerekli onu da bilemedim. Ama neden sorusunun nedenine girmek için geç biraz.

Hem paylaşmak amacıyla alakalı değil ya. Paylaşmak bir buton nihayetinde. Basıyorsun ve paylaşıyorsun. İnsanların senin paylaşılarına tahammül etmesini istiyorsan da onlarınkine telsizinden bir “paylaşıldı, tamam” çekiyorsun. Oluyor bitiyor.

Yorum bırakın