Türkiye koca bir hayal kırıklıkları ülkesi. Bunun bir nedeni insanı umutlandıran çok şey olması. İnsanı umutlandıran çok şey olmasının nedeni de kötü durumda olan çok fazla şeyin olması. İşte bir hayal kırıklığı daha!
Mesela Türkiye’de güzel bir şey olursa onun çirkinleşmesi için illa bir şey yapan bulunur. Herkesin tecrübesiyle sabittir bu. Ya bu güzel şey kıç tarafından anlaşılıp çirkin şeylere damızlık görevi görür ya da bu güzel duruma insanların verdiği damızlık hayvan tepkileri size nerede yaşadığınızı hatırlatıp moralinizi bozar. Bir güzel olayı daha da güzelleştiren birini hatırlıyor musunuz? En güzelinden ince bir espri yaparsınız da başka birisi esprinize devam diye kötü bir espri çıkarır ya da amerikan filmvari çak dostum çok iyi espriydi moduna girer; espriyi yaptığınıza yapacağınıza pişman olursunuz ya, onun gibi.
Sonra biriyle tanışırsınız ya da bir arkadaşınız olur. Ya da bir arkadaşınızın, komşunuzun, hocanızın hal, tutum, davranışını beğenirsiniz ya. İnsanların hem beğendiğiniz hem beğenmediğiniz yönleri olabilir. Ama beğendiğiniz yönün arkasında bir prensip, düşünce olduğunu düşündüğünüz için (olması gerektiği için) siz bu insana bazı yönlerden güvenmeye başlarsınız ya. Çok geçmeden yalan olur ya bu. Çünkü bu Türk genci/insanı, eğitim sistemine yaraşır bir şekilde bu beğendiğiniz davranışı bir yerden ezberlemiştir.
Sonra kamuya mal olmuş bir karakteri dinlersiniz ya da bir yazarı okursunuz. Sonunda, dersiniz. İşte söylenmesi gereken bir şeyleri söylüyor dersiniz, odada yalnızken televizyona konuşursunuz falan, içiniz öylesine umut dolar. Yazık olacağı o andan bellidir. O lafı eden adam bu lafı edemez düşüncesi hiç mi hiç tutmaz. Kimi korkar, kimi paraya kaçar, kimi kendisini ne popüler yapıyorsa onu söyler, kimi zaten en baştan kolay etkileniyordur başka bir şeyden etkileniverir.
Şarkıcıları bile bir garip bu ülkenin. Bir şarkı yapar, bir albüm çıkarır; vay anasını dersin. Arkadaşlarına tavsiye edersin, yabancı arkadaşlara falan dinletmek istersin, o da dinlesin, etkilensin, Türkçe bilmiyor diye bu güzellikten mahrum kalmasın diye düşünürsün, öyle bir avukatlık pozisyonuna yükseltirsin kendini. Hop bir sonraki albüm, bir sonraki şarkıda o şarkıcının yerinde yeller esiyor olur.
Devlet dairesine gidersin işin harika hallolur, neler oluyor dersin; aynı yere ikinci gidişinde dersini alırsın, neler oluyor dersin.
Telefonda çağrı merkeziyle konuşurken internetten gecikmiş borcunu ödediğin doğalgazın sabah kalktığında çoktan açılmış olduğunu görürsün, sadece kablolu televizyonunu kapattırmak için iki devlet dairesini ziyaret etmen ve on dört belge sunman gerekir.
Askerlik, ordu işlerine girmiyorum orada bir hayal kırıklığı olmaz. Ne bekliyorsan onu bulursun. Acayip istikrarlıdır. O yüzden ordu en güvenilen kurumdur ya, yıllardır düzenli bir şekilde…
Tayyip Erdoğan bile ben hala genel olarak insanlara güvenirim diyenin hayalini kırmayı başarır. Önce balkon konuşması yapar, sonra havaalanı konuşması. Başbakanın “uçmadan” önce veya sonra genelde bu şekilde “uçması” da belki araştırılmalıdır. Şekeriyle ilgili bir sorun, basınç değişimi ya da bilinçaltında uçağa binmeyi hala daha büyük bir olay olarak addetmesinden dolayı oluşan ani bir özgüven sıçraması mı? Tezlerimi gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.
Bu yazı da bir Türk tarafından yazılmış olmanın özelliğiyle olsa gerek eğer heyecanlı bir sona sürüklenmeye başladıysanız, ola ki – sakın ha, hayalinizi kıracaktı.
Sonuç olarak bu ülke adamın belini de kırar ruhunu da hayalini de. Ama umut da verir. Nazlı bir güzel gibi dediğinizi duyar gibi oluyorum.
İşte bu nazlı güzellere karşı genelde nasıl davranıldığını bilirsiniz. Ya da şimdi düşünüverin. Bu konuya benim tespit edebildiğim üç çeşit yaklaşan üç tip insan var. Kimi;
1- Ben böyle işin içine.. der, arkasına bakmaz.
2- Vay bana böyle yapıyor ha. Ben de onun ağzından girip burnundan çıkıp, tatlı dilimle onu kandırıp bir şekilde ondan istediğimi aldıktan sonra onu bir kenara atmaz mıyım, diyen de olur.
3- Aaaayyyy… ben aşık oldum galiba, diyeni de olur. (Buradaki ayyy haksızlık değildir, cidden büyük bir korelasyon vardır.)
Tabi bir insan ülkesine böyle davranamaz, de mi? Çünkü bu ülke doğduğun topraktır… Seni doyuran, seni büyüten, sana elindekileri veren yerdir.
Seni sen yapandır…
Ülkeni, milliyetini asla değiştiremezsin.
Ülkensiz, milletinsiz sen bir hiçsindir…
Şimdi sorunum şu; bu son dört cümlenin espri olduğunu ya da tam anlamıyla gerçek olmadığını ya da bunların yanlış bilinen gerçekler olduğunu anlatırsam ya da en azından öne sürsem yazıyı bu cümleye kadar okuyup da doğru söylüyorsun, ülke bırakılmaz diyenlerden hayal kırıklığına uğrayan olur mu?
Ya da burada neredeyse sadece Türkiye/Türklük üzerine düşünen/yazan beni, sen ülkeni/milliyetini sevmiyorsun diye suçlayarak benim hayalimi kıran?
Ama şu bir gerçek ki hiçbir ülkenin; mutlu olmak, huzur bulmak amacıyla biraraya gelip kendisini kuran ve varlık sebebini oluşturan insanlarının hayallerini bu kadar kırmaya hakkı yoktur. Olmamalıdır.
Not1: Bu arada Türkçe ne kadar güzel bir dildir. İnsana tek kelimeyle kırılanın zaten senin hayalin olduğunu ne güzel anlatıyor. Türkiye, hayaller ülkesi…
Not2: Türkiye’nin bir hayal kırıklıkları ülkesi olduğunu bilmek, ve bildiğin halde onu umursamak, önemsemek, sevmek; daha zordur. Kimsenin size aksini söylemesine izin vermeyin.