Mesajlar Etiketlendi ‘AKP’

PKK bitiriliyor… bitti… bu sene bitecek… bu sene bitmese en geç gelecek sene bitecek… sona geldi… köşeye sıkıştı… bu sefer…

Her gün yüzlerce değişik ses televizyonlardan, gazetelerden öyle bir fısıldıyor ki, bağırsalar insanın bu kadar dikkatini çekmez. Eh, artık yüzlerce insan buna inanınca PKK bitmediyse de bitmiş kadar oldu.

Buna sevinmek lazım değil mi? Öyle ya, yıllardır on binlerce insanın ölümüne yol açan (tabii bu ölümlerin tamamının PKK’nın günah hanesine mi yazılıp yazılmayacağı sizin bakış açınıza bağlı) bir terör örgütünden bahsediyoruz.

PKK öyle ya da böyle, niye ortaya çıktı (bu kısmı da istediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz ama sonunda ilgili olduğu, bir bakıma imgesel olarak bağlı olduğu kısmı inkar etmek oldukça zor)? Kürt sorunu.

PKK bitince Kürt sorunu ne olacak?

Bırak Kürt sorununu Kürtlere ne olacak? (daha…)

Dünyada toplamda 13-14 milyon Yahudi olduğunu biliyor muydunuz? Ben ilk duyduğumda şaşırmıştım. Bazen insan neden-sonuç ilişkisi sınırlaması içinde düşününce şu sonuca varmadan edemiyor: Bu kadar az insanla bu kadar büyük gürültü koparabildiklerine göre ya genetik olarak çok kabiliyetli insanlardan oluşuyor olmalılar ya da dinlerinde onları üstün kılan bir yan olmalı.

Tabii ki bunun hiçbir doğru yanı yok.

Ama yine de, kaç kere bir karanlık planın, bir çirkinliğin arkasında Yahudilerin veya İsrail’in olduğunu duydunuz?

Türkiye son zamanlarda ekonomik ve politik olarak oldukça güçlendi. Evet bunu çalışarak ve gelişerek başardı, ama bir bakıma da iletişim araçlarının gelişmesi, bilimin ve bilginin dünya çapında daha kolay daha hızlı paylaşılır hale gelmesi ve globalizasyonun bir sonucu olarak da ortaya çıktı. Genç ve büyük nüfusuyla Türkiye önemli bir güç haline geldi, gelmekte, bu yadsınılamaz. Burada dikkat edilmesi gereken bunun ne kadarının Türk insanının kendisinin gelişmesi (veya kabiliyeti) sayesinde olduğunun düşünülmesi gerekliliği. Bugün nüfusu büyük bütün ülkelerin önemli güç noktaları haline gelmekte olduğuna dikkat edin: Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika, hatta İran ve Nijerya. Türk insanı kendisini globalize olan dünyadaki ortalama insandan görece daha fazla geliştirebilmiş midir? Bugün gururlandığımız (gururlanabileceğimiz) Türkiye’nin gücüyle ilgili düşünürken bu soruları-gerçekleri mutlaka göz önüne almamız lazım.

Ve Türkiye’nin bu yeni bulduğu güç ile somut olarak ilk yaptığı işlerden birisi ne olacak? Orta Doğu’daki siyasi güç alanını sınırlamaya çalışan, bunu bir bakıma sorgulayan (yani test eden) İsrail’i sindirmeye çalışacak. Türkiye’nin bölgedeki, dolayısıyla dünyadaki, ekonomik ve politik çıkarları için bu önemli bir adım. İsrail bizim müttefikimizdi, onlardan yararlandık, onlar bizden yararlandı ve şimdi de İsrail’i karşımıza almak bizim daha çok çıkarımıza. İsrail dostumuzdu ona sadık kalmalıyız gibi gerekçelerle bir ülkenin hareket etmesini bekleyemeyiz. Ayrıca İsrail’i karşımıza almanın çıkarımıza olmadığı da tartışılabilir ama bu yazı bu hamlenin Türkiye’nin çıkarına olacağı varsayımıyla devam edecek.

Ama Türkiye’de (en azından) düşünen insanın bir yanılsamadan-illüzyondan kurtulması gerekiyor. Türkiye bunu Gazze’de yapılan haksızlıklara karşılık olarak yapmıyor, ya da İsraillilerin yıllardır yürüttüğü karanlık işlere bir dur demek için de yapmıyor. Türkiye bunu kendi iyiliği için yapıyor. Bunu yapmasında bir sakınca da yok! Sakınca olmamasının nedeni;

a)   Gerçekten de İsrail’in elindeki gücü yanlış kullanıyor olması ve buna bir dur denilmesinin kötü bir sonuç oluşturmuyor olması

b)    Türkiye’nin dünyadaki diğer tüm ülkeler gibi kendi çıkarlarını geliştirmek için hamleler yapmaya hakkı olması

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP Hükümetinin bu işi yaparken halkın desteğini alabilmek için eski anti-semitik retoriklere ve Orta Doğu’daki ‘Yahudi haksızlıklarına’ (eğer öyle genel bir durum varsa ve bu Müslümanların birbirlerine yaptığı haksızlıklardan daha önemliyse) sığındığını ve git gide iş alevlendikçe daha da çok sığınacağını normal karşılamak gerekir. Bu doğru olduğu için değil günümüz politik dinamiklerinde ve ülke yönetim şekillerinde sıkça karşılaşılan bir yöntem olduğu için normal karşılamak gerekir. Hükümet; gerçek, somut, ekonomik-politik nedenler yerine bunları kullandığı için ayıplanabilir mi? Bu tamamen sizin şu sorulara vereceğiniz yanıtlarla alakalı (ama sınırlandırılmış değil):

        bir insanın iyiliği için onun gerçek rızası olmadan gerekli olduğu düşünülen bir şey yine de yapılmalı mıdır? Yoksa o insan ikna edilinceye kadar o konuda bir adım atılmamalı mıdır?

        devlet yönetimleri halka rağmen halk için en doğru bildiklerini yapmalı mıdır? Yoksa halkın rızasını almaya mı çalışmalıdır?

Sadece bu da değil. Geçenlerde Atatürk Havalimanı’na inen İsrail vatandaşlarının “karşılıklılık ilkesi” çerçevesinde daha ağır bir sorgulamadan geçirilmesini ‘adalet kokan’ karşılıklılık ilkesi açısından doğru olarak okumuş olabilirsiniz. Bu doğru da olabilir. Ama bu nasıl bir ilkedir ki konu Avrupa’ya veya ABD’ye vize almaya çalışırken burunlarından kan getirilen Türk vatandaşlarına karşılık oluşturmak amacıyla ABD veya AB vatandaşlarına aynı sorunların çıkarılması gerektiğinde etkisi olmaz. Nasıl bir ilke, ilkesel olarak uygulanmaz? Ama evet oraya da uygulansın diyenler için – atıyorum Moğolistan veya Pakistan tüm Türk vatandaşlarına vizeyi kaldırır ve çalışma izni verirse onlara bu hakkı vermeye hazır mısınız? Eğer İsrail vatandaşlarının tıpkı Ben Gurion havaalanındaki Türk vatandaşları gibi aranmasını savunmak istiyorsanız ‘karşılıklılık ilkesi’ kolaylığına sığınmadan önce neden bu konu üzerine biraz daha düşünmüyorsunuz?

Ek olarak: Bir ülkenin ‘iyiliğinin’ her zaman insanlığın ve hatta kendi vatandaşlarının iyiliğine çalışmadığı malum. Tarihten örnek vermek demagojik kaçabilir ama eminim herkesin aklına yakın-uzak tarihten örnekler geliyordur. Yani burada Türkiye’nin hareketinin sadece ‘imgesel’ Türkiye Cumhuriyeti için iyi olduğu sonucuna varıldığını, bunun Türk insanı ya da insanlık için iyi olup olmamasının farklı bir konu olduğunu aklınızda tutun.

Peki bu yazının amacı ne?

        Bugün İsrail’e karşı yapılan bu hamleyi destekliyor olabilirsiniz. Ama eğer bu hamleyi neden desteklediğiniz üzerine düşünmezseniz, bu hamle başka amaçlarla kullanmak istendiğinde, ya da farklı taraflara çekildiğinde kendinizle çelişebilirsiniz. Bu aslında desteklediğiniz-desteklemediğiniz her şey için geçerli.

        Hükümete sadece muhalif olmak yerine muhalefet için nedenler düşünmek için bu fırsatı kullanabilirsiniz. İsrail’e karşı diplomatik bir hamle yapacak olan hükümetin halkı kandırmasına ‘ilkesel’ olarak karşı çıkabilirsiniz mesela, İsrail’e karşı yaptığı hamleye sırf hükümet yaptı diye karşı çıkmak istemiyorsanız mesela. Yıllardır yapıcı muhalefet serzenişinde bulunan insanlar kervanından olmanız Türkiye’nin yüzde 99’u bu şekil olduğu için büyük ihtimalle kesinken, neden kendiniz yapıcı muhalefet için bir adım atmıyorsunuz.

        Basit görünen açıklamaların, özellikle politik konulara geldiğinde, genellikle nedenlerden uzaklaştığını düşünmek için bu fırsatı kullanabilirsiniz. Mesela daha önce bunun arkasında Yahudiler – İsrail var gibi söylemlere prim verdiyseniz tekrardan oturup bir hesap yapabilirsiniz. 14 milyon insanın (bunun içinde sinemacısı, avukatı, doktoru, komedyeni, işçisi, şöförü, Filistin topraklarındaki illegal yerleşkeni) bütün bunları yapabilip yapamayacağını gözden geçirebilirsiniz.

        Ve belki en önemlisi, Türkiye’nin yeni gelen gücüyle birlikte sorumluluğunun ne olması gerektiğini sorgulayabilirsiniz. Ve bu gücün ne kadar hakedilmiş olduğunu ve bu gücü eğer olur da korumak istiyorsanız ileride ne yapılması gerektiği üzerine düşünebilirsiniz. Aksi takdirde çok yakında 1.3 Milyar olacak Çin ve Hindistan, 300 milyonun üzerindeki ABD’nin, Meksika’nın, Japonya’nın, Pakistan’ın, Bangladeş’in, Filipinler’in uzun vadede Türkiye’den güçlü olabileceğini beklemeniz gerekebilir (eğer benim teorim kısmen bile doğruysa). Bunu çözebilmek için çok çocuk yapılması gerektiğini mi söylemek gerekir?

Ama son olarak da Türkiye’nin ya da bir başka ülkenin neden güçlü olmasını istediğinizi ya da neden güçsüz olması gerektiğini düşündüğünüz üzerine düşünün. Bir ülke, sizin ülkeniz dahi olsa, neden güçlü olmalıdır? Bu nedenlerinizi politik görüşlerinize, hayatınıza, yaşamınıza, söylemlerinize aktarıyor musunuz?

AKP’nin her daim arkasında olduğunu hatırlattığı ‘halk iradesinin’ meclise yansımadığına isyan eden diğer partiler oldu. Ama aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi on yıllardır olduğu gibi aslında tek bir iradenin yansıdığı bir yer olmayı sürdürdü: Türkiye ileri gitmesin iradesi.

Bu iradenin ortaya çıkardığı ‘yemin meselesinin’ düşündürdüklerini tek bir yazıda özetlemek mümkün olmadığı için birkaç yazımsı ile birlikte değerlendirilmesi gerekiyor.

Türkiye’de iş yapan cezalandırılır

Eğer işyerinde sorumluluk alıp iyi çalışırsanız patronunuz size diğer çalışanlardan daha çok iş vererek cezalandırır. Apartmanın boyaya ihtiyacı olduğunu düşünüp dairelerden para toplayıp ustaların başında zamanınızı, sinirinizi harcarsanız komşularınız arkanızdan demediklerini bırakmazlar. Eğer okulda hakkaniyetli çalışırsanız proje arkadaşlarınız işi üstünüze yıkar. Arkadaşlarınız arasında bir toplantı ayarlamak için organizasyon mu düzenlediniz, çoğunluk ya size şikayet eder ya da arkanızdan söylenir.

CHP yemin etmemeye karar vererek bir iş yapmaya kalkıştı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Fatih Altaylı’nın programındaki sözlerini yaklaşık olarak aktarmak gerekirse “…mahkum bile olmadığı sadece tutuklu olduğu halde halktan aldığı oya rağmen meclise giremeyen milletvekiline sahip çıkmazsak, yarın öbür gün halk bize arkadaş sen daha milletvekiline sahip çıkamıyorsun benim işime nasıl çıkacaksın demez mi?” Yaklaşık bunları düşünerek bir iş yapmış oldular gerçekten de.

Peki CHP bu işi yapmaya kalkıştı, doğru ya da yanlış da olsa “bir şeyler” yapmaya kalkıştı da bundan sonra ne olacak?

AKP, Mehmet Tezkan’ın işaret ettiği iki uç yoldan veya arası bir yerden hareket etmek opsiyonlarına sahip. Tezkan’ın da sonunda daha mümkün gördüğü gibi AKP muhtemelen meclisi tatile çıkarıp bu işin mümkün olduğunca uzaması ve CHP’nin zor duruma düşmesine yol açmaya gidecektir. Sinyaller bunu gösteriyor. Yani “bir şey” yapmayacak. Bir sorun yokmuş gibi davranacak.

Kılıçdaroğlu seçim sırasında partisini değiştirmeyi başaramadıysa da en azından söylemini daha ilerikçi bir yöne taşıdı, klasik CHP söylemini geliştirdi. Şu anda bunun için partisi tarafından cezalandırılma aşamasında. CHP yemin konusunda da, Ruşen Çakır’ın da söylediği gibi riskli yolu, yani ucu açık ve AKP’nin veya mahkemelerin aksiyonlarına bağlı bir yolu seçtiği için bu yazı muallakta geçirecektir ve bu sadece ve sadece CHP’nin içinin daha fazla karışmasına; dolayısıyla da bir şeyler yapmaya çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve dolayısıyla muhtemelen CHP’nin kendisinin cezalandırılmasına yol açacaktır.

Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu “sadece kendi vekillerimiz için değil meclise giremeyen herkes için bu işi yapıyoruz” diyerek riski iyice artırmıştır. Şimdi Balbay ve Haberal meclise girseler bile KCK tutuklusu milletvekillerinin ve hatta Hatip Dicle’nin meclise girememesi durumunda CHP’yi meclise taşımaya karar verirse yine AKP milletvekillerinin ve birçok tarafsız insanın diline düşücektir. Cezasını çekecektir.

10 yıl öncesinden 10 yıl sonrasına bakmak: Dönem farklıydı dışında bir şeyler söyleyebilmek

Bugüne on yıl sonradan bakıldığında, şu anda AKP hakkında düşünülebilecek olan yasalara göre davranıyorlar, mahkemeleri etkileyecek halleri yoktu ya şeklindeki krizi görmezden gelmelerini haklı veya masum gösterebilecek düşünceler, on yıl sonra muhtemelen pek de geçerli olmayacaktır. Ancak AKP’den Türkiye’nin on yıl sonra geleceği “fikri olarak daha ileri bir noktada” davranmasını beklemek umutsuz bir bekleyiş olacaktır. Bundan önce başka partilerden, bırakın partilerden hayatın her alanındaki insanların çoğundan bu davranışı beklemenin daha umutsuz olması gibi. Ne yazık ki.

Ne denmek istediğini daha iyi anlamak için birkaç gün önce Ahmet Hakan’ın hatırlattığı Merve Kavakçı’nın meclise gelme görüntülerini ve İsmail Küçükkaya’nın hatırlattığı Leyla Zana’nın yemin görüntülerini seyredin. Bu olayları size yıllardır anlatılageldiği, hatırlatıldığı şekliyle düşünmeyin ve baştan sanki hiçbir fikriniz yokmuşcasına seyredin. Geçen zamanın size tanıdığı perspektiften, Türkiye’nin değişen koşullarını bilme şansından yararlanarak bakın. Size bugün ile ilgili ne düşündürüyor?

BDP ne yapsın?

BDP Hatip Dicle’ye meclis yolu açılana kadar Diyarbakır’da toplanma kararı almış. Bunu ayrılıkçı bir hareket olarak görmek oldukça kolaydır. Ancak Hatip Dicle’nin seçimine izin verildikten, mazbatasını aldıktan sonra meclise girememesine; KCK’den tutuklu milletvekillerine kaçma şüphesiyle tahliye kararı verilmemesinden sonra BDP’nin yerinde siz olsanız ne yapardınız?

Amaçlarını, bu amaca ulaşma şekillerini anlamayabilir veya onaylamayabilirsiniz; ancak BDP’den verilen koşullar altında farklı şekilde davranmasını beklemek haksızlık olur. Olaya ben onların yerinde olsam (bu düşünceyi kaldıramayanlar ‘hani olmam ya’ şeklinde kendilerini rahatlatıp devam edebilirler) ben ne yapardım yönünden bakıldığında her zamanki gibi işlerinin zor olduğu görülüyor.

Dünyada hiçbir yerde hiçbir halkın; azınlık ya da çoğunluk, haklı ya da haksız devlete, sisteme karşı mücadeleleri kolay olmamıştır zaten. Sizin BDP’ye, ve belki bağlantılı olarak PKK’ya ve bağlantılı olarak Kürtlerin tümüne atfettiğiniz, atfediyor olabileceğiniz çoğu suçun bu da zorlu yolun doğası gereği ortaya çıktığını da hatırlatmak gerekir. Bu suçlar ve yanlışlar yapılmıştır. Ama anlamak ve kendi suçlarımızı da görmeye çalışmak daha güzel bir dünyaya yol almanın dışında büyüklüktür ve sizi güçlü kılacaktır.

Ancak BDP kendisini Hatip Dicle’nin meclise girmesine bağlayarak kendi kendini çok büyük bir sıkıntıya soktuğuna da şüphe yok. İlk akla gelen başka yolların da yaratılabilecek olmasıdır. Tam da bu yüzden, bu karar BDP’nin meclis dışında kalmasının kendisine çok da bir şey kaybettirmeyeceğini düşündüğünü işaret ediyor. Keşke onlar da meclise girerek önemli milletvekili sayılarından yararlanarak (özellikle AKP’yi tek başlarına 330 milletvekili üstüne çıkarabilme gücüne sahip olmalarına güvenerek) önemli işler başarabileceklerine inansalar. Ancak inanmadıkları için yine onları suçlayabilir misiniz?

BDP’nin ‘bugüne kadar yemin ettik de ne oldu?’ diye bile düşünmüş olması mümkündür. Kaldı ki BDP’nin en başta baraj yüzünden, sonrasında da Hatip Dicle kararı ile uğradığı haksızlığı en açık, matematik şekliyle görmek için Sedat Ergin’in linkteki yazısı son derece açıklayıcı.

Tabii ki BDP ve milletvekillerinin geleceğinden çok daha önemli olan bir şey varsa o da Türkiye’de yaşayan Kürtlerin geleceklerinin bu kararlardan olumsuz etkilenme ihtimali olmasıdır. Aslında bu olayda yeni Anayasa’nın daha da zora girmiş olmasıyla birlikte önemli olan, belki de daha önemli olan tek konu budur.

Ama en, en önemli olan şunun farkına varabilmektir: Bu olay sadece Kürtler için değil Türkler için de en az o kadar önemlidir.

Milletvekilleri meclise girmeli mi?

Halkın iradesi argümanını bir kenara bırakın; bırakın çünkü halkın iradesinin Türkiye’yi doğru noktaya götürüp götürmediği ve normalde de ne kadar tecelli ettiği; hatta kimi örneklerde halkın kim olduğu bile tartışmalı bir konudur.

Soru basit: Son seçimlerden sonra milletvekili olmaya ‘hak’ kazanan ve bugün meclise giremeyenlerin meclise gire-me-mesi doğru mudur?

Hayır değildir. Konunun hak-hukuk/delillerin toplanamaması/Ergenekon’daki uygulamaların zaafiyeti/kaçma-kaçmama şüphesi kısmına burada girmeyeceğim. Asıl “Hayır değildir” dememi getiren bakış açısı şudur: Bu insanlar kimilerinin savunduğu gibi Türkiye’de çok önemli işler başaracakları için, veya halk özellikle onları istediği için, ya da büyük haksızlıklara maruz kaldıkları için meclise girmemeliler. Ya da yukarıda sayılan teknik/insani/hukuki olaylar da değil girmelerini gerektiren. Meclise girmeliler, çünkü Türkiye halkı ve insanı bugüne kadar evrildiği noktada politikalarını seçecek siyasetçilerini bu şekilde seçmektedir; ve mantık da hakkaniyet de bu insanların da aynen bu şekilde seçilmeleri gerektiğini söylüyor. Nasıl ki Türkiye halkı ve insanı bundan önce politikacılarını seçerken bunun doğru olup olmamasından, adaletli olup olmamasından, halkın iradesi olup olmamasından çok; tüm kriterlerin/etkilerin kaynaşmasıyla ortaya çıkan Türkiye’nin hakettiğini bulması (ki herkes ve herşeyin hak ettiği,ve uğrunda çalıştığı sonucu bulacağı varsayımı ile bunu söylüyorum) diğer her noktadan daha önemli olmuşsa, burada da tek kriter bu olmalıdır.

Ama bu bakış açısı kendi içinde bir çelişki de barındırmaktadır. Önümüzdeki dönem Türkiye halkı ve insanının bugün geldiği noktada ortaya nasıl bir sonuç çıkarmayı “hak ettiğini” gösterecektir. Bakalım bu “hak” söz konusu milletvekillerini meclise taşıyacak mı ve ne şekilde taşıyacak. Çünkü seçimden önce ve seçimden sonra Türkiye ve insanının geldiği nokta ve dolayısıyla “hak” ettikleri değişmiş olabilir. Umarım, iyiye doğru.

Acelecilik, son dakikacılık

Bütün bu olayların ortaya çıkardığı bir diğer ihtimal de aceleyle yeni yasalar veya yönetmelikler için çalışmalara başlanılacak olmasıdır. Yıllardır meclis aceleyle, özel durumlar, spesifik olaylar için birçok yasa çıkardı. Ve oldukça bol vakti varken, düşünme-planlama şansı varken de çıkarılması gereken birçok yasayı çıkarmadı.

Bu ülke MHP ve AKP’nin aceleyle “sadece çene altından bağlayarak başını örterse üniversite’ye girebilsin” şeklindeki yasa tasarılarını gördü. Ve bu kavram, bu fenomen kimseyi rahatsız ediyor gibi gözükmüyor. Uzun yıllar boyunca değişeceğe de benzemiyor. Biz de uzun yıllar bu tip aceleci, son dakikacı oluşumların acısını çekmeye devam edeceğiz. “Acele işe şeytan karışır” atasözü AKP’nin dokuz yıl önce söz verip bir türlü konuya gelemediği dokunulmazlıkların kalkması yasasının konuşulmasının ertelenmesi için, “Bugünün işini yarına bırakma” atasözü ise üst yargı üyelerinin atama şekillerinin bir an önce değiştirilebilmesi için referanduma gidilmesi gibi işlerde kullanılırken; konu başka şeylere gelince Türkiye neden hep “Kısa günün karı” peşindedir? Örneklerin AKP’den olduğuna bakmayın, hepimizin içinde olan bir nevi ‘hastalıktan’ bahsediyorum.

En sonda…

Yukarıdaki tüm düşünülenler ve söylenenler yazının en başında söylenen iradenin ne kadar güçlü olduğunu göstermiyor mu?

İşte Türkiye’yi gizlice yönettiğini veya kötüye götürdüğünü düşündüğünüz o derin devlet/askerler/geri kafalılar/şeriatçılar/dış komplolar/yolsuzların ve onların ortaya çıkmasına ve yaşamasına izin veren zihniyetin arkasında aslında belki de Türkiye’yi yöneten tek bir şey vardır; o da bu en güçlü iradedir.

AKP neden öcü değil, ben neden bunu göremiyorum? (Yani sen burada kendi kendine soruyorsun, ben cevaplıyorum.)

Bazen Türkiye’nin önemli bir kesimi, önemli derken Türkiye’nin geleceğini inşa edecek akıllı, çalışkan, kültürlü bir kesiminin, yani etki olarak da önemli bir kesiminin; kendisini korkunç bir şekilde kandırdığını düşünüyorum. Türkiye’yi üniversitedeki arkadaşları, gittiği Bodrum-Antalya tatilindeki insanlar, katıldığı festivaldekiler, internette okuduğu bloglar, twitleştiği insanlar, arkadaşlarının facebook status’ünden zannetmek, aslında çok da yargılanmaması gereken bir durum. Çünkü yaşadığı Türkiye bu. Büyüdüğü Türkiye bu.

Ben de farklı değilim. Ben de arasıra böyle zannediyorum, belki bu sayede yadırganmamalı falan diyerek anlayışlı davranabiliyorum. Facebook’da arkadaşlarımın yazdıklarına baktığımda herkesin neredeyse kin kustuğunu ya da ağladığını ya da şikayet ettiğini gördüm. Sadece ilkokuldan ve yine ilkokuldan beri görüşmediğim bir arkadaşım farklı bir şeyler yazmıştı. Kendimi çaktırmadan daha önce tarif ettiğim akıllı, çalışkan, kültürlü kesime sokmak adına yazmıyorum bunu. Sadece itiraf. Tıpkı seçim sonuçlarını ilk gördüğümde yaşadığım ve beynimin rasyonel kararlar alması gereken merkezinin durduramadığı hayal kırıklığı gibi. Hayal kırıklığımın nedeni de AKP’nin kazanmış olması değil, sadece Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin değişen söyleminin daha fazla şans bulamayacak olması; beş kuruşluk fikrim %26’nın yeterli olmayacağı. Konuya döneceğim.

O basit, o acı açıklamayı göğüsleyelim önce. AKP %50 oy aldı. Neden? Çünkü halk kandırılıyor, halk aptal. İster istemez aklıma bir gece önce rast geldiğim Pakize Suda’nın programındaki insanlar geldi. Ortadoğu ülkelerini sayar mısınız sorusuna verilen Almanya, Amerika, Libya (evet tanıma göre girebilir ama akla gelen tek ülke midir?), Türkmenistan gibi cevaplar. Kim mi bu insanlar? Senin facebook sayfanda seçim sonuçlarıyla kahrolan insanlarla aynı görünen; modern giyinen, düzgün Türkçe konuşan, ifadesi normal-uygar olan gençler, orta yaşlı şık giyimli teyzeler, yaşlıca tertipli beyefendi amcalar. Sanki bu halk aptal fikrini destekliyor gibi miyim? Hayır, çok basit. Bence bu insanların çoğu CHP’ye oy vermiştir.

Sonuç mu? Halk aptal olabilir mi? Olabilir. İnsanlar aptaldır, ilgisizdir, basittir. Kafasını yormak istemez, çoğu da yorsa da… Sadece Türkler değil dünyadaki bütün insanlar için doğru bu. Genel olarak insanlar aptaldır. Sen de bazı konularda aptalsındır. Ben pek aptal değilim, ama istisnalar kaideleri bozmaz. (Espriyi böyle bırakmaktan korktum, çünkü malum okuyan da aptal olabilir.) Ama AKP’nin başarısının nedeni bu değil.

AKP başarılı çünkü insanların hayatına dokunuyor. Onların küçük, önemsiz (yani aynı seninki benimki gibi olan hayatlarında) irili ufaklı iyileştirmeler yapıyor. Nedeni ne olursa olsun Türkiye’nin yükselen ekonomisinden yararlanıyor. İronik olarak Türkiye’nin yükselen ekonomisinin müsebbipi o çalışkan, akıllı, ileri görüşlü, rekabetçi insanların büyük çoğunluğu AKP’yi sevmese de ona endirekt olarak hizmet ediyor.

AKP öcü mü? Kabul, aklı başında olan her insan için Erdoğan her konuşmasıyla korkutucu olabilir. Ama ya politikaları, aksiyonları… Dokuz yıllık iktidarları döneminde hayatınızı özgürce yaşamanızı engelleyen herhangi bir olaya sebep oldular mı? Dikkat, soruya hızlıca cevap vermeden önce karşılaştırmayı ne ile yapacağınızı hatırlamakta fayda var. Belediye otobüsünde sevgilinizle öpüşürken terslendiniz mi, ya da polis saçınız uzun diye size gıcık mı davrandı, değişik giyindiğiniz için garipsendiniz mi, ya da insanlar bazı radikal görüşlerini dile getirdikleri için söylem olarak linç mi edildiler…kısaca örnekleriniz bu minvalde gelecekse; unutmayın Türkiye’den bahsediyoruz. Bu tip yüksek ahlakçılık, kolektivist toplumun getirdiği özel hayata müdahele, Sünni İslam dogmatiğinin getirdiği yasakçılık; bunların hepsi Türkiye’de 2002 öncesinde de vardı. Uzun bir süre de gideceğe benzemiyor. Azalarak bitecekler mi? Bilemiyorum. Yani bu tip şeyler yine oluyorsa AKP’yi suçlamayın. Ya da suçlayın, ama sebep oldukları için değil, değiştiremedikleri için. (Belki biraz aynı kalmasını destekledikleri için de suçlayabilirsiniz.)

Ne yani AKP iyi mi? Bence hayır. Bence de AKP artık kaybetmeli. Artık diyorum, çünkü dokuz yıl önce düşündüğümün aksine geçmişe baktığımda AKP’nin gelmesinin Türkiye’nin geleceği için iyi bir etki yaratmış olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü gerçek Türkiye’nin, Türkiye’nin çoğunluğunun bu ülkenin güncel yaşamına, politikasına, söylemine, sokaklarına, filmlerine, televizyonlarına katılmasını sağladılar. Üzgünüm ama benim de aralarında yaşamayı tercih edeceğim modern, eğitimli, kavramı sevmesem de daha Batılı olan kesim, ancak bir yere kadar Türkiye’nin çoğunluğunu görmezden gelebilirdi, ancak bir yere kadar tüm Türkiye’yi omuzlarının üstünde taşıyabilirdi. Bu anomali bitti, iyi oldu.

AKP şimdi neden mi kaybetmeli? Hızlıca:

-Türkiye’nin geleceğine yönelik güçlü vizyon çizemedikleri, altyapı oluşturmak, bürokrasiyi modernleştirmekten başka bir icraatleri olmadığı/kalmadığı için

-Hiçbir demokrat insanın ve halkın Recep Tayyip Erdoğan otokratlığındaki, kültüründeki, tavrındaki ve onu takip eden anti-demokratik partisi mensupları tarafından yönetilmek zorunda kalmaması gerektiği için

-Türkiye’yi özgürleştiremedikleri, insanlarını eğitim ve öğrenim ile geliştirmeyi, ileri götürmeyi başaramadıkları, sivil toplumu oluşturamadıkları hatta buna engel oldukları için

Dikkat! Bu maddelerin ikisi bundan önceki her hükümet için de aynen söylenebilirdi. Recep Tayyip Erdoğan ve partisi maddesinin yerine de rahatlıkla demagog Demirel, etkisiz Ecevit, şaka gibi Tansu, robotik Mesut, vaazcı Erbakan tadında yeni bir madde konabilir.

Peki AKP neden kaybetmiyor? Çünkü halkın çoğunluğu bu nedenlere inanmıyor. Bir yönüyle de AKP’nin gitmesi gerektiğine inanan insanlar da farklı nedenlerden dolayı gitmesi gerektiğini söylüyor.

Yani AKP’nin gitmesini isteyen insanlar şöyle bir şey yapıyor. Yerine gelecek iktidarı AKP’nin gitmesini gerektiren nedenleri kapsayan bir kavramdan kuruyor ve AKP’nin kalmasını isteyen insanların kalmasını gerektiren nedenlerle bu nedenler hiçbir yerde keşişmiyor. Açıklama:

Gitsincilerin gitsin deme nedeni: İslamcı, muhafazakar, otokrat, yolsuzluk yapıyor

Yerine gelen: Seküler, muhazafakar olmayan, yolsuzluk yapmayacak biri olsun yeter.

Kalsıncıların kalsın deme nedeni: Ekonomi (Elbette başka nedenler de var ama ben sadece gitsinciler ile kalsıncıların kesişebileceği tek ortak noktayı yazıyorum.)

Kesişim: Yok.

Her kim ki yuh böyle basit bir açıklama olamaz; AKP’ye insanlar sadece ekonomi yüzünden kalsın diye oy veriyor olamaz demesinler. Elbette ki bir sürü neden var; dindar-muhafazakar insanların sonunda kendilerini dışlanmıyor hissetmeleri, milliyetçi-büyük Türkiye duygularına hamasi bir şekilde hitap edebiliyor olması, üzerine fazla düşünülmediğinde çok etkili olan karizması, çalışkanlığı, hizipçiliği, ötekileştirme sevdası. Hepsi halkın sevdiği şeyler. Özellikle hizipçiliği, gruplaşmayı, başkalarını ötekileştirmeyi çok severiz, hepimiz.

Ama dur! Yine de en önemli neden ekonomi. Ve bu haberi yazının başında geçen kişilere vermek beni üzüyor ama ne yazık ki ekonomi iyi gidiyor! Halk yoksul, gelir dağılımı adaletsiz, insanlar aç, işsiz… Ve evet ekonomi yine de iyi gidiyor. Çünkü… eskiden daha kötüydü (nokta).

Ayrıca bir şeyi daha unutmayalım. İdealler, vizyonlar her şey iyi güzel de… Sen de ben de, ne kadar eğitimli, ideallerimizi içselleştirmiş, samimi olarak tüm insanların mutluluğunu, adaleti,  hakkı istiyor olsak da biz de aslında günlük hayatımızda kararlarımızın neredeyse hepsini ekonomik nedenlerle alıyoruz. Misal? Seçtiğin üniversite, mesleğin, çalıştığın yer, yemek yiyeceğin yer, yaşayacağın yer, farkında olmasan da eşin, belki dostun bile… Sadece biz insanların değil; ülkelerin, milletlerin de neredeyse bütün davranışlarının altında yatan neden ekonomiktir.

Çünkü insanoğlunun en kuvvetli içgüdüsü hayatta kalmaktır. Ve günümüz dünyasında hayatta kalmak en öncelikli olarak ekonomiyle mümkündür. Bunu söyleyerek gizli bir kapıyı aralamadığımı, şapkadan tavşan çıkarmadığımı biliyorum. Ama AKP’yi, Türkiye’yi, seçimi düşünürken bu gerçeği çok fazla unutuyoruz.

CHP’ye, yok yok Kılıçdaroğlu’na, ne olacak?

Ya gidecek, ya kalacak. (Hadi canım.) Giderse nasıl gittiğine bağlı olarak CHP’nin gidişatı değişir. (Hadi canım!) Kısaca, %95 daha kötü duruma doğru yol alır. Kalırsa nasıl kaldığına bağlı olarak CHP’nin gidişatı değişir. Kısaca, %50 daha iyi duruma doğru yol alır.

Ama, gelin benim bilemeyeceğim şeyleri konuşmayalım. Kılıçdaroğlu sinik liderliğinden, ani sorumluluğundan, olmayan birikiminden sıyrıldığı, bu noktaları düzeltebildiği oranda seçimin sonlarına doğru oldukça ilginç şeyler söylemeye başladı. Söylediklerinden Türkiye’nin geleceği için iyi olanları; ne yazık ki yine Türkiye’nin çoğunluğundan olur alacak nitelikte değil. Dahası, CHP’ye ve tabanına de uygun değil. Hatta belki de asıl sorun Kılıçdaroğlu’nun kendisine uygun olup olmadığının da cidden şüpheli olması. Yani, şimdilik biraz emanet, biraz gökten inmiş bir şekilde duruyor. Ama oturabilir, bu potansiyel de çok açık bir şekilde görülüyor.

Kalır da akıllı, akademisyen, aydın insanlar etrafını sararsa CHP çok ilginç politikalar üretebilir, Türkiye’nin geleceği için önemli şeyler söyleyebilir; ama oyları düşer. Komik oldu değil mi? Ya da belki karamsar. Ama öyle. Zaten böyle olmaz merak etmeyin. Muhtemelen seçime yürürken olduğu gibi biraz oradan biraz buradan ortaya karışık yeni bir CHP oluşturulur. Kötü de olmaz. Eski CHP’nin pek bir anlamı kalmadı. Eski CHP tabanını da kapsayacak, onların da içinde yer alabileceği daha iyi, yeni bir CHP rahatlıkla oluşturalabilir.

Bunu Kılıçdaroğlu yapabilir mi? Neden olmasın? Yaşına ve yapısına göre bence hızla değişebiliyor.

Aslında ideali (not: benim idealim) daha etkin, karizmatik ve vizyonu daha geniş olan birisinin gelip CHP liderliğini Kılıçdaroğlu desteğinde devralmasıdır. Mümkün mü? Madem yüzde vermekten korkmuyorum, %0.1 diyeyim, gerisini siz düşünün. Ha böyle birisi var mı? Vardır, bizim bile haberimiz yoktur. Türkiye’de çok insan var, nitekim o kadar çok insan arasında bunu yapabilecek insanlar da var.

BDP ve Kürt’lerin geleceği?

BDP bağımsız adaylarıyla mecliste çok önemli bir yer elde etmeyi başardı. İyi de oldu. Burada politikayı, sosyolojiyi, başka şeyleri bir kenara bırakmak lazım. Neden mi? Çünkü bu mesele duygusal, bu mesele yıllardır insanları öldürüyor…

Türkiye bir aileyse, Kürtler de bu ailenin bir ferdi. Ve bu fert; ama komşular tarafından kandırıldığından, ama kendi garip düşünceleri yüzünden, ama son derece haklı olduğu için (sonda ama bence doğru cevap bu) bu aile içinde mutlu değil. Hiçbir sağlıklı insan ailesinin içinde mutsuz birisi varken bunu görmezden gelmemelidir. Hatta daha ileri gideyim; eğer aileler mutsuzsa gerekirse dağılabilir, anarşik bir çocuk bazen başını alıp gedebilir, ümitsiz çiftler boşanabilir. Bu kötü bir şey değildir.

Eğer yazının başında bahsettiğim insanlar bu insanların mutsuzluğunu anlamıyorsa bu onlara garip gelmiştir. Neden mutsuzlar ki? Önemli değil, öyle hissediyorlar. Eğer siz ilişkinizde mutsuz iseniz eşinizin, kız/erkek arkadaşınızın sizi dinlemesini; eğer hala daha anlaşamıyorsanız ayrılmayı istemez misiniz?

BDP mecliste güçlenerek Türkiye ailesinin, yani kendi ailesinin onları biraz daha dinlemesini sağlayacaktır. Keşke ailenin geri kalanları da bu konuşmanın karşılıklı olduğunu; eğer gerçekten söyleyecek bir şeyleri varsa Kürtlere söyleyecekleri çok şey olduğunun farkına varsalar. Çünkü söyleyecek çok şey var.

Hatta belki de Türkiye’nin, maalesef önemli olduğunu düşündüğüm bir çoğunluğunun ortaya çıkıp, biz sizi istemiyoruz kardeşim demesinin vakti de gelmiştir. Böylece ailenin içinde bu kadar kavganın, gürültüyü koparanın kim olduğu da, kimin bu çocukları istemediği de anlaşılabilir. Ama böyle bir cesaret olduğunu düşünmüyorum.

Aman, aile içinde kavgalar çıkar olmaz diyorsanız; demiştim zaten ailenin içinde kavga var. Bunlar yaşı küçük çocuklar, susturulur diyorsanız; eh çocuklar da büyüyor artık. Yani hep büyüktü de, işte sen şimdiye kadar kendini kandırmayı başardınız. Mutsuz çocuklardan bir kısmı cinnet geçirdi, diğer çocukları öldürdü; kazadır olur, küçüktür büyüyünce geçer dediniz geçiştirdiniz. Şu çocuğu bir dinlesek? Anlaşamıyorsak, belki ayrı bir eve çıkmasına izin vermek ya da derdi odasında yüksek sesle müzik dinlemek, ara sıra kendi istediği yemeğin pişmesi gibi bir şeyse bu küçük dertlerini gidermek, böylece onu da mutlu yapmak daha iyi değil mi?

Ben kendi adıma bu çocuklar da ailede olsun, onlarla da oynayabileyim istiyorum. E bu çocuklar yıllardır çekip gitmedi, iyi kötü bu evin kimisi saçma da olan kurallarına uydu, ara sıra anarşik davransa da hala daha burada, hala daha konuşmak istiyor. Bu çocuklar en azından adam gibi davranılmayı hak ediyor.

Gelecek?

Türkiye’nin geleceği iyi. Destur! Bu kadar yazdın, hepsi kötü sonuçlara işaret ediyor, nasıl bu sonuca vardın? Çünkü yukarıda çizilen bir tablo geleceği parlak, güçlü, mutlu bir halkı olan Türkiye ile ilgilidir. Beklentidir. Maalesef çoğu beklenti gibi gerçekleşmeyecektir. Beklentiler gerçekleşmediğinde olduğu gibi insanlar mutsuz olacaktır. Ama bu güzel beklentiler gerçekleşmediği halde başımıza iyi şeyler gelecek. Hatta, evet evet hatta, AKP bile güzel şeyler yapacak. Kötü şeyler de yapacak, daha önemlisi bazı şeyleri yapmayacak; zaten beklentiler de bu yüzden gerçekleşmeyecek. Ama bunu hangi parti gelse yapacaktı. Beklentileri karşılamayacak, ama Türkiye’yi yavaş yavaş da olsa daha iyi bir haline getirecekti. Ha, biz mutlu olmayacağız o başka.