Mesajlar Etiketlendi ‘devlet’

PKK bitiriliyor… bitti… bu sene bitecek… bu sene bitmese en geç gelecek sene bitecek… sona geldi… köşeye sıkıştı… bu sefer…

Her gün yüzlerce değişik ses televizyonlardan, gazetelerden öyle bir fısıldıyor ki, bağırsalar insanın bu kadar dikkatini çekmez. Eh, artık yüzlerce insan buna inanınca PKK bitmediyse de bitmiş kadar oldu.

Buna sevinmek lazım değil mi? Öyle ya, yıllardır on binlerce insanın ölümüne yol açan (tabii bu ölümlerin tamamının PKK’nın günah hanesine mi yazılıp yazılmayacağı sizin bakış açınıza bağlı) bir terör örgütünden bahsediyoruz.

PKK öyle ya da böyle, niye ortaya çıktı (bu kısmı da istediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz ama sonunda ilgili olduğu, bir bakıma imgesel olarak bağlı olduğu kısmı inkar etmek oldukça zor)? Kürt sorunu.

PKK bitince Kürt sorunu ne olacak?

Bırak Kürt sorununu Kürtlere ne olacak? (daha…)

Belki bu bahsi geçen özgürlükle ilgili yazının herkesin kendisini ilgilendirmeyen her şeyi en az ‘siklediği’ yılbaşı öncesine gelmesi güzel bir tesadüftür. Öyle değil mi ya? Yeni yıl bana neler getirecektir bugünlerin sorusu, ama bizi ve hayatımızı aslen tanımlayan büyük olayların-kavramların yakınına uğramadan, bireysel olarak, sadece bizi etkileyeceğini düşündüğümüz iş, para, aşk, mutluluk, horoskop-ana-konusu burç-takipçisi-zihnin elemanlarıdır bizi düşündüren… Yeni yıla nerede gireceğimiz, 23.50’de, 00.30’da ne yapıyor olacağımız üzerine her şeyden daha fazla kafa yorduğumuz günler…

Yine de, üzerinden günler geçse de, ve bu günler Türkiye’de bir asır kapatan cinsten olsa da, ve zaten çok umursanmayan insanların en az umursadığı günlerde hiç-umursanmayan blogumdan da olsa yazacağım… Çünkü inanç meselesi… Bunun ne kadar önemli olabileceğini biliyoruz. (daha…)

İstisnasız hepimizin hissedarı olduğumuz, tabii aslında pek bir alakamızın olmadığı ve sözümüzün geçmediği bir şirket var. Ben buna DİN A.Ş diyorum. Siz isterseniz Diyanet İşleri Başkanlığı diyebilirsiniz.

Aslında vergi veren her vatandaş Türkiye’de genel olarak DEVLET A.Ş’nin hissedarı sayılmalı, dolayısıyla bu konu da incelenmeli, ama gelin bu seferlik sadece DİN A.Ş’ye bakalım.

Bu şirketteki hissenizi merak mı ediyorsunuz? Gelin hesaplayım. (daha…)

Türkiye koca bir hayal kırıklıkları ülkesi. Bunun bir nedeni insanı umutlandıran çok şey olması. İnsanı umutlandıran çok şey olmasının nedeni de kötü durumda olan çok fazla şeyin olması. İşte bir hayal kırıklığı daha!

Mesela Türkiye’de güzel bir şey olursa onun çirkinleşmesi için illa bir şey yapan bulunur. Herkesin tecrübesiyle sabittir bu. Ya bu güzel şey kıç tarafından anlaşılıp çirkin şeylere damızlık görevi görür ya da bu güzel duruma insanların verdiği damızlık hayvan tepkileri size nerede yaşadığınızı hatırlatıp moralinizi bozar. Bir güzel olayı daha da güzelleştiren birini hatırlıyor musunuz? En güzelinden ince bir espri yaparsınız da başka birisi esprinize devam diye kötü bir espri çıkarır ya da amerikan filmvari çak dostum çok iyi espriydi moduna girer; espriyi yaptığınıza yapacağınıza pişman olursunuz ya, onun gibi.

Sonra biriyle tanışırsınız ya da bir arkadaşınız olur. Ya da bir arkadaşınızın, komşunuzun, hocanızın hal, tutum, davranışını beğenirsiniz ya. İnsanların hem beğendiğiniz hem beğenmediğiniz yönleri olabilir. Ama beğendiğiniz yönün arkasında bir prensip, düşünce olduğunu düşündüğünüz için (olması gerektiği için) siz bu insana bazı yönlerden güvenmeye başlarsınız ya. Çok geçmeden yalan olur ya bu. Çünkü bu Türk genci/insanı, eğitim sistemine yaraşır bir şekilde bu beğendiğiniz davranışı bir yerden ezberlemiştir.

Sonra kamuya mal olmuş bir karakteri dinlersiniz ya da bir yazarı okursunuz. Sonunda, dersiniz. İşte söylenmesi gereken bir şeyleri söylüyor dersiniz, odada yalnızken televizyona konuşursunuz falan, içiniz öylesine umut dolar. Yazık olacağı o andan bellidir. O lafı eden adam bu lafı edemez düşüncesi hiç mi hiç tutmaz. Kimi korkar, kimi paraya kaçar, kimi kendisini ne popüler yapıyorsa onu söyler, kimi zaten en baştan kolay etkileniyordur başka bir şeyden etkileniverir.

Şarkıcıları bile bir garip bu ülkenin. Bir şarkı yapar, bir albüm çıkarır; vay anasını dersin. Arkadaşlarına tavsiye edersin, yabancı arkadaşlara falan dinletmek istersin, o da dinlesin, etkilensin, Türkçe bilmiyor diye bu güzellikten mahrum kalmasın diye düşünürsün, öyle bir avukatlık pozisyonuna yükseltirsin kendini. Hop bir sonraki albüm, bir sonraki şarkıda o şarkıcının yerinde yeller esiyor olur.

Devlet dairesine gidersin işin harika hallolur, neler oluyor dersin; aynı yere ikinci gidişinde dersini alırsın, neler oluyor dersin.

Telefonda çağrı merkeziyle konuşurken internetten gecikmiş borcunu ödediğin doğalgazın sabah kalktığında çoktan açılmış olduğunu görürsün, sadece kablolu televizyonunu kapattırmak için iki devlet dairesini ziyaret etmen ve on dört belge sunman gerekir.

Askerlik, ordu işlerine girmiyorum orada bir hayal kırıklığı olmaz. Ne bekliyorsan onu bulursun. Acayip istikrarlıdır. O yüzden ordu en güvenilen kurumdur ya, yıllardır düzenli bir şekilde…

Tayyip Erdoğan bile ben hala genel olarak insanlara güvenirim diyenin hayalini kırmayı başarır. Önce balkon konuşması yapar, sonra havaalanı konuşması. Başbakanın “uçmadan” önce veya sonra genelde bu şekilde “uçması” da belki araştırılmalıdır. Şekeriyle ilgili bir sorun, basınç değişimi ya da bilinçaltında uçağa binmeyi hala daha büyük bir olay olarak addetmesinden dolayı oluşan ani bir özgüven sıçraması mı? Tezlerimi gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.

Bu yazı da bir Türk tarafından yazılmış olmanın özelliğiyle olsa gerek eğer heyecanlı bir sona sürüklenmeye başladıysanız, ola ki – sakın ha, hayalinizi kıracaktı.

Sonuç olarak bu ülke adamın belini de kırar ruhunu da hayalini de. Ama umut da verir. Nazlı bir güzel gibi dediğinizi duyar gibi oluyorum.

İşte bu nazlı güzellere karşı genelde nasıl davranıldığını bilirsiniz. Ya da şimdi düşünüverin. Bu konuya benim tespit edebildiğim üç çeşit yaklaşan üç tip insan var. Kimi;

1-     Ben böyle işin içine.. der, arkasına bakmaz.

2-     Vay bana böyle yapıyor ha. Ben de onun ağzından girip burnundan çıkıp, tatlı dilimle onu kandırıp bir şekilde ondan istediğimi aldıktan sonra onu bir kenara atmaz mıyım, diyen de olur.

3-     Aaaayyyy… ben aşık oldum galiba, diyeni de olur. (Buradaki ayyy haksızlık değildir, cidden büyük bir korelasyon vardır.)

Tabi bir insan ülkesine böyle davranamaz, de mi? Çünkü bu ülke doğduğun topraktır… Seni doyuran, seni büyüten, sana elindekileri veren yerdir.

Seni sen yapandır…

Ülkeni, milliyetini asla değiştiremezsin.

Ülkensiz, milletinsiz sen bir hiçsindir…

Şimdi sorunum şu; bu son dört cümlenin espri olduğunu ya da tam anlamıyla gerçek olmadığını ya da bunların yanlış bilinen gerçekler olduğunu anlatırsam ya da en azından öne sürsem yazıyı bu cümleye kadar okuyup da doğru söylüyorsun, ülke bırakılmaz diyenlerden hayal kırıklığına uğrayan olur mu?

Ya da burada neredeyse sadece Türkiye/Türklük üzerine düşünen/yazan beni, sen ülkeni/milliyetini sevmiyorsun diye suçlayarak benim hayalimi kıran?

Ama şu bir gerçek ki hiçbir ülkenin; mutlu olmak, huzur bulmak amacıyla biraraya gelip kendisini kuran ve varlık sebebini oluşturan insanlarının hayallerini bu kadar kırmaya hakkı yoktur. Olmamalıdır.

Not1: Bu arada Türkçe ne kadar güzel bir dildir. İnsana tek kelimeyle kırılanın zaten senin hayalin olduğunu ne güzel anlatıyor. Türkiye, hayaller ülkesi…

Not2: Türkiye’nin bir hayal kırıklıkları ülkesi olduğunu bilmek, ve bildiğin halde onu umursamak, önemsemek, sevmek; daha zordur. Kimsenin size aksini söylemesine izin vermeyin.

Yine insanlar öldürüldü. Hepsi genç, hepsi normal insanlar. Normal çünkü onlar da ölmek istemezdi, normal çünkü onlar da yaşamayı hak ediyordu. Normali bu…

Fotoğraflarına bakıyorsun ve diyorsun ki bunları sokakta görüyorum ben, biri bir arkadaşıma benziyor, biri bana benziyor… Ama fotoğrafların bakar, haberleri izlersen… İçim kararıyor, dayanamıyorum deyip kanalı değiştirir, sayfayı çevirirsen, başka haberi tıklarsan artık görmüyorsun.

Şehit haberlerinin ne yazık ki Kemal Sunal filmleriyle ortak bir yanı var. Her ikisini de onlarca kez görmemiş Türk genci bulmak zordur. Belki bu yeni nesil daha az Kemal Sunal filmi ve daha az şehit haberiyle büyüyecek ama ne çare.

Her tekrarlanan olay gibi şehit haberlerinin de etkisi her seferinde azalır. Ölen insanların fotoğrafını taşıyan küçük çocukları, alışılagelmiş tepkiler, tanıdık tabut başında ağlamalar, “vatan sağolsunlar”, “bir evladım olsa onu da yollarım”; hepsi çok sıradan gelmeye başlar.

O yüzden gazeteler-televizyonlar haberleri daha kısa, daha net verir. Sen de daha az izler, daha az ilgi gösterirsin. Benim gibi utanırsın, kabullenmek istemezsin ama bu böyle olur. Hatta şöyle düşünmeden edemezsin: “Kadının oğlu ölmüş ne diyor, benim oğlum ölse…”

Ancak bütün bu yabancılaşma burada bitmez. Aslında her insan-asker öldüğünde onun yası, o gerçekte çok da kişisel olan ancak bizim de bir nedene bağlı olmayan suçluluğumuzdan dolayı hissetmeye çalıştığıız dram çok kısa sürer. Geriye algılar, demeçler, politikalar kalır. Haberlerin çoğu da bunlarla ilgili çıkar. Ve her ölen askerin Türkiye’ye neler getireceği konusu da asıl burada başlar. Yeni bir asker ölecek mi mesela? Bu senin şehit erin, ananın dramını paylaşıp paylaşmamanla alakasızdır. Asıl sorun-yanıt takibindeki haberlerdedir.

Bugün de bu ölen insanlar konusu “geçiştirildikten” sonra ortaya belli başlı bir kaç sonuç çıkacak. Ama burada eskiye göre şaşırtıcı değişimler de var.

İlk olarak geleneksel olarak “teröre tepki verilecek”, “boyun eğilmeyecek”. Aslında en güzelini İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin söylemiş ondan alıntılayalım:

“Yangın, ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya roketle çıkar, ya benzinle çıkar. Netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor… Bugün her şeyden önce sağduyu günü, basiretli olma günü. Ama sadece bugün değil, her gün böyle olmak gerekiyor. Ama bir şey daha gerekiyor. Türkiye’nin büyümesine engel olmak istemekte direnenleri, artık iyice fark etmemiz gerekiyor. Vurmak için yola çıkmışlara ‘dur’ demek yerine başka bir şey geliştirmek gerekiyor. Niyetini bozmuşlara iyi niyetle yaklaşmanın yanlış olduğunu görmemiz gerekiyor. Tüm bunlar görülecek.”

Bu geçmişte sıkça tekrarlanan bir tepkidir. Hatta standart “devlet tepkisidir” diyebiliriz. Ama artık bu standart tepkinin yanında başka düşünceler de haber yapılmaya başlandı.

Son bir – bir buçuk yıldır Abdullah Öcalan ile ilgili gazete ve köşe yazarlarının tanım biçimi değişmeye başladı. Yapılan haberler de çok önemli bir biçimde değişti. Devletin Abdullah Öcalan ile görüştüğünü söylemek malumun ilanı şeklinde yapılır oldu. Yani bırakın yeni bir haber olmasını çoktandır bilinen bir durum olarak değerlendiriliyor.

İşte bu konudaki son haber de şuydu, alt başlığıyla aktarmak gerekirse: “PKK lideri Abdullah Öcalan, Türk yetkililerle görüşme yaptığını ve 15 Temmuz tarihinin kendisi için bir hükmü kalmadığını söyleyerek, son görüşmesin Barış Konseyi’nin kurulması için mutabakata vardıklarını belirtti.”

Ardından önce iki asker ve bir sivilin kaçırılması haberi, sonrasında da son şehit haberleri geldi. Şehit haberleriyle aynı günde, ama şehit haberlerinden önce yazılmış olduğu belli olan Oray Eğin’in ‘Ya Öcalan artık PKK lideri değilse’ köşe yazısı dikkate değer. Dikkate değer olmasının nedeni çok önemli şeyler söylüyor olması değil. İlginç bir şekilde Oray Eğin önümüzdeki günlerde sıkça göreceğimizi tahmin ettiğim bir diskuru oluşturmuş: PKK’nın Abdullah Öcalan’ın güdümünden artık çıkmış olduğu. Gerçi ilk söyleyen o değil ama olsun.

Peki neden Abdullah Öcalan’ın BDP’ye meclise girin çağrısı ve barış konseyi kuruldu 15 Temmuz’un bir anlamı kalmadı dediği günlerde bu yeni oluşum meydana çıktı? İki şık var:

1)     PKK gerçekten de, ve bir nebze BDP (bkz. Cengiz Çandar’ın yine aynı gün/yine terör olaylarından önce yazdığı BDP için ‘Diklendi ve dik duruyor’ yazısı) artık Abdullah Öcalan’la alakasızdır, başka güçler tarafından yönetilmektedir

2)     Bu kavram, doğru olmasa da, birilerinin işine gelecektir – o yüzden oluşturulmuştur

Burada başka ilginç bir oluşum ortaya çıkıyor. Bir iki yıl öncesine kadar, sadece anti-militarist (daha doğrusu anti-ordu) duruşu diğer her duruşundan (örnek: eski pro-akp duruşu) daha güçlü olan Taraf gazetesinin taşıyabileceği iddiaları, artık tüm gazetelerde görmek mümkün.

En az şehit haberleri kadar, belki daha çok.

PKK’ya yakın bir haber ajansının haberlerini/iddialarını gazeteler neden sayfalarına taşırlar? Ya da daha doğrusu taşımaya başlamışlardır? Çünkü bu iddialar yeni değildir. Özellikle 90lı yıllarda köyler boşaltılırken bunun gibi yüzlerce iddia ortaya atılmıştır. O zaman neden ilk defa bu şekilde görülmeyi tercih etmişlerdir.

Neden ana akım gazeteler; Hürriyet’ten Zaman gazetesine kadar; bu tip iddiaları sayfalarına taşıma kararı almıştır? Ne değişmiştir?

Türkiye’de her şeyin komplo ile açıklanmasına alışkınız ve yukarıdaki iki noktanın birleştirilmesinin güzel bir komplo olacağının farkındayım: Yani a) PKK/Abdullah Öcalan ile görüşmeler iyi giderken bir olay yaratıldı b) Bu olayın nasıl yorumlanacağına dair zemin hazırlandı. Böylece terörle savaş durumunun devam edilmesi için zemin hazırlandı.

Ancak üçüncü noktayı (gazetelerin Fırat Haber Ajansı iddialarını buraya taşımaları) bu denkleme koyunca bu sefer komplo tam yön de değiştirebilir. Bunların bir ordu komplosu olduğuna dair sanrıları kuvvetlendirip PKK/Abdullah Öcalan ile görüşmelerin elini güçlendirmek.

Ya da aynı noktalardan yola çıkılarak yüzlerce değişik komplo teorisi ortaya atılacak ve bunlar da oluşturdukları heyecanlar ve sonuçlarının desteklendiği/istenilmediği ölçüde tartışılacaklardı.

Sorun şu ki, ne dünyada ne de Türkiye’de tek ve güçlü bir komplo mevcut. Farklı taraflar, farklı tepkiler ve farklı istekler var.

Ama bir saniye durun, ölen insanlardan ve haberlerinden çıkarak nereye geldiğimin farkında mısınız?

Bütün bunları söylememin nedeni de tek bir ana sonuca gelmek. Bütün bu oluşumlar/politikalar/iddialar/haberler arasında değişmeyen ve emin olabileceğimiz tek gerçek 13 askerin şehit olmuş olmasıdır.

Ve ölen her asker Türkiye’ye barış, güvenlik getirmek yerine yukarıda sayılan oluşumları getirmektedir. Komplo, daha çok ölüm, kin, nefret…

Ben kendi adıma artık her çatışmada birilerinin öldüğünü duyduğumda herkesten şüphelenmeye, söylediklerine kuşkuyla yaklaşmaya başlıyorum başlıyorum. Hem PKK’dan hem başka terörist oluşumlardan hem ordudan hem devletten, hem de bilimum başka aktörlerden. Bu sağlıklı bir durum değil. Bir ülke askerini kaybettiğinde; bu askerin neden bu savaşta olup olmadığını tartışmalıdır (bkz. Amerikalıların İngilizlerin Irak ve Afganistan’da ölen askerlerinin neden orada olduklarını tartışması) ama bu askerin neden, nasıl ve kim tarafından öldürüldüğünü tartışmaması gerekir.

Ama en önemlisi insanların ölmesi durdurulmalıdır.

Ve bu durum, bu çeşit şehit haberleri ve takip haberleriyle mümkün değildir.

Yeni şehitler istemiyorsak – belki de en başta şehit haberlerinin de artık değişmesi gerekir. Belki şu haberleri hiç görmemeliyiz:

“Şehitin baba ocağında yas”

“6 aylık bebeği babasız kaldı”

“Babası oğlunun şehit olduğunu hissetmiş”

“Son kez üç gün önce telefonda konuşmuşlar: Hakkınızı helal edin demiş”

İlk defa yıllar önce şans eseri bir şehit haberini izlerken (şans eseri çünkü tüm şehit haberlerini izlemiyorum) farklı bir yakarış duymuştum. Ölen askerin annesi oğlunun arkasından yas tutuyor, ama oğlunun neden şehit olduğunu sorguluyor, hakkını helal etmiyordu. Şaşırmıştım. İlk defa duyuyordum. Yukarıda dediğim gibi çok defa düşünmüştüm, ama ilk defa duymuştum. Ondan sonra bunun ara sıra tekrarlandığını gördüm. Ama hep azınlıkta kalacak şekilde.

Daha önce şehit anneleri bunları söylüyordu da biz mi duymuyorduk, yoksa ilk defa mı söylenmeye başlamıştı bunu bilemiyorum. Ve bunun bilinmemesi de çok rahatsız edici.

Bir de ölen insanların şehitlik mertebesi konusu var. Ki ben de tüm yazım boyunca şehit kelimesini kullandım. Oysa;

a)     Eğer şehitlik İslami bir kavramsa (ki öyle olmasa da çoğunlukça öyle anlaşılır ve her şey en yaygın şekilde anlaşıldığı anlamda kullanılır, doğru olmasa bile): Laikliğin savunucusu olarak addedilen ve işleyişinde/görünüşünde dini etmenleri en aza indirmeye çalışan bir ordu neden tüm askerlerini şehit ilan eder? Neden tüm medya “şehit haberleri” verir de askerlerimiz öldü – insanlarımız öldü demez? Ölen her asker Müslüman mıdır? Türkiye için sadece Müslümanlar mı savaşmaktadır? Sadece Müslüman olan birisi mi ülkesini sevebilir, onun için ölebilir, milliyetçi olabilir?

b)     Eğer şehitlik Türk Dil Kurumu sözlüğünde açıklandığı anlamdaysa (ve böyle kullanılıyorsa): ‘1. Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse’ Aşağıda isimleri olan ve öldürülmüş olan bu on üç insan hangi ülkü veya inanç uğrunda ölmüşlerdir? Buna verilecek olası yanıtları sizi ne kadar memnun eder? Bu on üç kişiye sorma şansımız olsa ben bu uğurda ölmüştüm derler miydi?

Yaratılan her algı/inanış insanı açıklanamaz ve anlaşılamaz durumlardan geçirmeye yarar. Bu insanların şehit olmuş olması algısı/inanışı da eminim birçok insanın yasını azaltıyor, yıkılmış anne ve babalarına bir nebze olsun rahatlama sağlıyordur.

Ama bu algı/inanış kesinlikle yeni insanların şehit olmasını önlemek için kesinlikle yararlı olmuyor. Ölen her insan ve getirdiklerinin arasından beni en çok korkutan ve üzen şudur: Cenazede ölen insanın askerlik yapmış/yapmamış abi/kardeşinin: “Ben de askere gideceğim gerekirse ben de şehit olacağım” demesi.

Ben şuna inanmayı tercih ediyorum: Kimsenin şehit olması gerekmiyor. Bunun gerçek olabilmesi için tek yapmamız gereken tüm buna inanlar olarak kimsenin şehit olmaması için çalışmak.

Bu insanlar birçokları onların öldürülme-me-sini istemediği için öldürüldü. En önemli neden bu.

  • •Uzm.J.I.Kad.Çvş. Gökhan YILDIRIM (2006-709) ADANA / CEYHAN
  • •J.Uzm.Çvş. Mustafa GÜNEY(2009-306) ADANA / YÜREĞİR
  • •J.Uzm.Onb. Fahrettin AKSU (2009-586) HATAY / KIRIKHAN
  • •J.Komd.Çvş. Mehmet KAZ GAZİANTEP / NİZİP
  • •J.Komd.Çvş. Emrah EKER GİRESUN / DERELİ
  • •J.Komd.Çvş. Necmettin TORUN SAMSUN / ALAÇAM
  • •J.Komd.Çvş. Ufuk BAŞARI KONYA
  • •J.Komd.Çvş. Noyan AYDIN ZONGULDAK / EREĞLİ
  • •J.Komd.Onb. Aykut DELİMEHMETOĞLU BURSA / İNEGÖL
  • •J.Komd.Er. Barış ÇİÇEKDAĞI GAZİANTEP
  • •J.Komd.Er. Vefa ÇELİK AĞRI
  • •J.Komd.Er. Ethem OKKAY ŞANLIURFA / PAYAMLI
  • •J.Komd.Er. Gökhan KAPLAN TEKİRDAĞ/ ŞARKÖY

Fotoğrafları için…