Mesajlar Etiketlendi ‘toplum’

Açıkçası ölmüş kişilerin etrafında dönen olaylar üzerinde bile yorum yapmak zordur. İnsanlar bunu artık hayatta olmayanın kişiselliği üzerinden ve kendini savunamaması üzerinden algılarlar. Ancak benim hakkında konuşmak istediğim Lefter’den çok Lefter olayıdır.

Daha Can Dündar’ın 15 Ocak 2012 tarihli ‘Lefter teybi kapattırdı ve “Bunları yazma” dedi’ yazısından çok önce sosyal medyada yayılmaya başlamıştı. Genellikle Sabah gazetesinin 2005 tarihli bir haberi üzerinden 6-7 Eylül olaylarında başına gelenler, “Bakın işte çok değer verdiğinizi söylüyorsunuz ama bunu da yapmıştınız” minvalli sunumlarla etrafta dolaşmaya başladı. (daha…)

İlkokul yıllarım bir Türk’ün nasıl olur da tek başına başka milletten on askeri yenebileceğini düşünerek geçti. Ya da bu kadar zeki olan Türkler’in neden hiç bir yeniliği, makineyi icat edemediğini de anlamaya çalışırdım.

Bunları şimdi gayet ironik bir şekilde yazıyor olabilirim ama zamanında bunları tam anlamıyla, kelime anlamıyla düşündüğüme, hayal etmeye, gözümün önüne götürmeye çalıştığıma şüphe yok. Bu konuda yalnız olmadığımı da küçükken bir Türk askerinin gerçekten nasıl on Amerikan askerini yenebileceğini tartıştığımız arkadaşlarımdan biliyorum. Kelimesi kelimesine, bu ‘gerçeği’ demonstrasyon yolu ile kanıtlamaya çalışarak. (daha…)

Türkiye ve onu sarmalayan Türk toplumu, ve sonucunda ortaya çıkan Türk siyaseti, rejimi, politikası, hukuku ve değerleri şüphesiz ki birçok problemi, sorunu da içinde barındırmaktadır.

Sorunların; her komplike varlıkta ve günlük hayatın akışı içerisinde olması muhtemel, hatta değişen istek, arzu, anlayış ve gerçeklikler (evet gerçekler bile bilinenlerin, keşfedilenlerin, teknolojik, vs değişimlerden dolayı değişebilir) nedeniyle ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Ancak sorun, kelime itibarıyla da yapı itibarıyla da, çözülebilir ya da çözülmesi gereken (çözülmeye çalışılması gerekilen) bir durumu işaret etmektedir.

Türkiye’deki asıl sorunun, akıl sorununun, ortaya çıktığı nokta da burasıdır. (daha…)

Politika yapmayan birisi olarak politikayla ilgili bir görüş bildirdiğimde bile bana nasıl politika yaptırılmıyor, anlatayım. Ama daha önemlisi Türkiye’de politikanın, ama daha önemlisi gençlerin – o çok apolitik olmakla nitelenen gençlerin – neden politika yapamadığına dair belki bir fikir ortaya atmayı deneyeyim.

Öncelikle çok basit bir gerçek tespitiyle başlayalım. Her politik fikir uygulanmak için değildir. Politika bir ülkenin, daha doğrusu devletin, nasıl yönetileceği ve bunu hangi yolla yapacağının düzenlenmesidir. O devleti yöneten, ama aynı zamanda demokratik, parlementer toplumda olmamızdan ileri gelen bir şekilde o devlet tarafından yönetilen herkesin politik fikirlerinin çarpışması, entegre olması ve bir noktada uzlaşması ile ortaya çıkar.

Politik olmak da bilfiil politika yapmaktan farklıdır. Politik olmak devletin nasıl yöneticiliğiyle ilgili fikir belirtmeyi içerir.

Politik olmaya ilk darbe de burada gelir. Politik fikriniz hemen birebir bir politika önerisi olması gerekirmiş gibi davranılır. Tartışılmaz, karşı tez sunulmaz, nerelerde eksik kaldığı açıklanmaz ama sadece neden çalışmayacağı işlenir. Bu aslında Türkiye’de ortaya atılan çoğu fikir ya da ortaya çıkarılan her türlü yenilikle ilgili böyledir ama politikada daha kanıksanmıştır.

En önemlisi ve en sık rastlananı politik fikrinizi günün politik yapısı üzerine bina etmeniz beklentisidir. Kısaca sizin politik fikrinizi doğrular, ahlak, adalet veya prensipler üzerine inşa etmeniz mümkün değildir. ‘İdealist’ olmakla ‘suçlanırsınız’. Bu iki kelime de tırnak içine giriyorsa nedeni özündeki anlamlarında kullanılmalarına rağmen absürt bir biçim almalarıdır. Politik olmaya çalışan birisine idealist olduğunu söyleyerek yanlış yaptığını söylemek ne demektir?

Ama aslında öyle denilmek istenmiyor diyenler olacaktır. Denen gerçekçi olmaması, uygulanabilir olmaması. Çok garip. Uygulamayı iyileştirmek için, yani daha iyiye gitmek için mümkün olan en iyiyi, en ideali belirleyip yönümüzü buna çevirmemiz ve ondan sonra uygulanabilecek olanı bulup ona göre hareket etmemiz gerekmez mi? İyiyi bilmeden, iyiye gitmenin bir yolu var mıdır?

Zaten uygulanan ile ilk aşamada hemen uygulanabilir olanı yaparak ne kadar yol kat edilebilir?

Genellikle bu itiraz şeklinin bir devamı da şudur; bu yapılamaz. Yapılabilir olup olmamasıyla ilgilenmesi beklenmeyen ve politik olan ama politika yapmayan iki kişinin konuşmasında yapılabilirliğin tartışılmasının amacı nedir? Bu iki kişi yapılabilirlik konusunda ne kadar bilgiye sahiptir? Ama daha önemlisi neden ikisi zamanlarını politik doğruya ulaşmak için tartışmak yerine politikaların uygulanabilirliğinin tartışmasında boğulmaktadır?

Aynı mantıkla çok sık sarf edilen bir başka söz de ‘Halkın buna hazır olmamasıdır.’ İlginç, halktan birisi bu fikri ortaya atıyor. Anlaşılan o ki senin bu politik fikre yine halktan birisi olarak önemli bir itirazın yok; ama bu konuşmayı ilerletmek amacıyla tartışmak yerine çok büyük bir insan kesiminin neye hazır olup olmadığı hakkında yorum yaparak, ya da fikrin önemini bu açıdan değerlendirerek zamanını geçirmeyi tercih ediyorsun.

Eğer sen, halktan birisi, ve fikri ortaya atan, yine halktan birisi, bu fikri tartışıp, sahiplenip, desteklerse; ve bunu halktan başkalarıyla konuşursa… Yani bir halkın bir politik fikre hazır hale gelmesinin başka bir yolu var mıdır?

Her zaman çok önemli olduğu vurgulanan ve Türkiye’nin en önemli sorunu cevaplanırken ilk heyecan anıyla gündemdeki madde (artık terör, ekonomi, o anda her neyse) es geçilebilirse genelde aslen ilk cevap olan eğitim ne içindir? Eğitimle insanları doğultan sahip oldukları zeka seviyesinin çok da yukarılarına taşımak mümkün olmadığına, ve eğitimle bir büyülü dokunuşla bütün bu insanların kendi kendilerine en doğru politik fikre aynı anda, ortak bir şekilde varması beklenemeyeceğine göre; eğitimin bir bakıma asıl amacı kişiye görüşlerin, düşüncelerin, bilgilerin aktarılması değil midir? Ve politika söz konusu olduğunda en doğruyu, en ideali nedeniyle birlikte tartışmak, ama en önemlisi bu en doğruyu bulana kadar tartışmak asıl eğitim değil midir?

Ve insanlar ancak idealist politikalar üzerinde, inat edilmeden yapılan tartışmaların sonucunda ilk anda uygulanabilirden daha ötede; daha iyiye, daha güzele yakın bir politikaya ‘hazır’ hale gelmez mi?

Bir de politik fikirler düşünülürken üretilen kavramlar için değeri açısından sorgulanması vardır. Yani bu ‘Türkiye’ için önemli, kendin için önemli, ailen için önemli, bu solcular için önemli, bu Kürtler için önemli diye uzayıp giden bir liste sunulur önünüze; arasından politikanıza bir neden seçmeniz beklenir. Çünkü politika kavramını tartışmanız bile çoğunlukla aynı yukarıda olduğu şekilde engellenir. Yani politika neden önemlidir bu da tartışılmaz. Kamplar önemlidir. Oysa politika kampların oyun kazanma alanı değildir, yani özünde değildir. Politika devletin nasıl yönetileceği, dolayısıyla o devlet altında yaşayan herkesin nasıl yaşayacağıdır. Bu yüzden politika o insanlar içindir. Hepsi içindir. Aynı anda, aynı konuda, hepsi içindir.

Özellikle de yeni nesillerin hayatın geri kalanında en politik hareket eden nesiller olduğunu düşününce bütün bu politika tartışamama açmazı biraz daha iğreti durmuyor mu? Herkes günde onlarca konuda kamuya açık bir şekilde taraf oluyor; en iyi oyuncu, en iyi takım, en iyi film, en iyi yazar, en iyi gazete, en komik stand-upçı, en iyi telefon, en iyi araba, en güzel model, en seksi şarkıcı…yetmiyor açıktan açığa bütün duruşlarını herkese ilan ediyor ben buraya giderim, bu insanlarla takılırım, bu gibi insanlarla böyle fotoğraf çektiririm, okulum budur, şehrim şudur, burada yaşarım, böyle giyinirim, bunu severim, şu anda üzgün hissediyorum, artık iyi hissediyorum, buna aşığım, onunla artık çıkmıyorum…24 saat, 7 gün yaptığı şekilde herkese en politik duruşunu sergilemeye hazır bu insanların, geleneksel anlamdaki politikadan uzak tutulmasına – sadece gelenekleşmiş ve kanıksanmış politik tartışmaların alışılmış ve yüzlerce kez dile getirilmiş politik taraflarından birini, bu tarafın önceki çizgisinden ayrılmasına hiç izin vermeden, tekrar etmesinden başka hiçbir şans bırakılmamasına aklınız eriyor mu? Bu işte bir anormallik sizin de gözünüze çarpmıyor mu?

Yine de en komiği, en acısı basit komplo teorileriyle veya pesimist ve realist olduğunu öne sürerken realizmden oldukça uzak olan karşı atak cümleleri vardır bir de politika tartışmanızı önleyen:

Bırak bu halktan adam olmaz…

Dış güçler (İsrail, Yahudiler, Avrupa, Amerika) ne isterse o olur, boşuna tartışma.

İdealist düşünceler bunlar genç, burası Türkiye burada öyle şeyler olmaz.

Kim güçlüyse, kim iktidardaysa onun dediği olur, sen ne söylesen boş.

Politika düşünmemeniz ve konuşmamanız ve tartışmamanız için ortaya atılan bütün bu nedenlere, metotlara bakınca ne düşünüyorsunuz? Sorun politik ya da apolitik olmaktan da öte basit bir alışkanlığın, basit ve bir İNANCIN iklimi ele geçirmiş olması değil mi? Yani rasyonel bir olayı; hayatınızın ve değer verdiğiniz insanların hayatının nasıl olacağıyla ilgili tartışmanızı önlemek için rasyonaliteye dayanmayan bu inançlara sığınılması biraz korkutucu, değil mi?

Hepiniz daha önce bir şekilde, bir yerde birilerine bu yapılamaz, buna halk hazır değil, keşke olsa ama olmaz demediniz mi? Birisini gerçekçi olmamakla eleştirmediniz mi? Konuşmayı orada kesmediniz mi, başka konularda sonuna kadar ateşli tartışmalar yapmak için konuyu değiştirmediniz mi?

Hepiniz bir ara, bir noktada nesildaşlarınızın veya başka insanların apolitik olduklarıyla ilgili, bunun kötü de olduğunu ima ederek, görüş bildirmediniz mi?

Yoksa bunu tek yapan ben miyim? Tabii bir de bana geçmişte (kim bilir belki de istisnai bir şekilde) bu sözleri söylemiş olanlar mı?

Yoksa bütün bunlar sadece farkına varmamızla düzeltilebilecek bir kötü alışkanlıklar yığını mı?

Daha önce de demiştim, Türkiye’de alışkanlık gereği bir yasa, bir değişiklik, bir aksiyon ancak zorunluluk haline geldiğinde ve mümkün olan gerekliliklerin en azı karşılanarak ve geleceğe yönelik hiçbir yanı ve de nedeni düşünülmeksizin yapılır. Yasalar da böyle yapılır, hareketler de söylemler de çalışmalar da… her şey.

Şimdi de bedelli konuşuluyor, neden? Askerlikten kaçan çok fazla erkek var ve bu artık bir sorun haline gelmeye başladı. Çözüme doğru da yol alınıyor, yine geçici, yine düşünülmeden.

Ben en baştan başlamaya çalışacağım. Söyleyeceklerimin hepsi tekliftir. Önemli olan konunun nereden düşünülmesi gerektiğidir. Önemli olan askerliğin neden gerekli olduğunu, bu gerekliliğin Türk insanının özgürlük ve haklarını en az kısıtlayıcı şekilde nasıl karşılanacağını tartışmaktır. Çünkü ordu da ülke de devlet de insanı için vardır.

Türkiye’nin bir orduya ihtiyacı var mı? Evet. Günümüz koşullarında ve gerçeklerinde aksi düşünülemez.

Dolayısıyla Türkiye’de askerlik olmalıdır. Ama nasıl olmalıdır?

Ordu vatanı savunmak için olduğu için vatandaşı olan herkesin ortak sorumluluğunda olmalıdır. Bu durumda askerlik görevi her vatandaşa düşmelidir. Peki bu görev herkese düştüğü için herkes askere alınmalı mıdır?

Türkiye’nin yarım milyona yaklaşan, geçen bir ordusu olduğu söyleniyor. Bu kadar askere ihtiyaç var mı?

İki yönden inceleyeyim:

1)     Öncelikle Dünya’daki modern devletlerin, aktif savaş içinde olanlarla dahi, karşılaştırdığımız zaman Türkiye’nin asker sayısının çok fazla, hatta nüfusu fazla olmasına rağmen asker/nüfus oranının da oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Türkiye ekonomik olarak ve teknolojik olarak dünyadan çok geri olmadığına göre bu durumun ortaya çıkmasında bir mantıksızlık vardır.

2)     Askere giden insanlarla konuşulduğunda neredeyse çoğunun angarya işlerle uğraştırıldığı görülmektedir. Ya gidip hiçbir şey yapmadan üç-dört kez koşarak ve bir gün atış talimi yaparak geri gelmektedir. Kimi bu başıboş insanların yemek alabilmesi için kantinde, kimisi albayların maç yapabilmesi için halı sahada, kimisi yine bunca askerin saçının kesilmesi için berberlik yapmaktadır. Bu ve bunun gibi örnekleri bitirmek mümkün değildir. Tabii ki askere gittiği zaman gerçekten Türkiye Ordusu’nun gerekliliğini ortaya çıkaran nedenlere hizmet eden askerler de bulunmaktadır. Ama bunun oranı düşünülmelidir. Ve oran, benim sınırlı gözlemimle görebildiğim kadarıyla oldukça düşüktür.

Bu iki açıdan da bakıldığında Türkiye’deki asker sayısının gerekenden fazla olduğu düşünülebilir. Bu konu tabii ki tartışılabilir. Ben böyle olduğunu kabul ederek devam ediyorum.

Eğer asker sayısı azaltılırsa (ki şu anda bile bazen yeterince kadro yok diye kimi insanlar askere gitmek istedikleri halde hemen alınamamaktadır) askere alınan sayısı da çok azalacaktır.

Burada da ortaya başka bir sorun çıkıyor. Bu aynı zamanda bedelli askerliğin gerisinde yatan bir sorun, aynı zamanda bedelli askerliğin içindeki bir haksızlık hakkında da bir sorun.

Kimler askere gitmeli?

Askerlik tamamen profesyonel olursa burada vatandaşların üzerine düşen görevi yapmaması ihtimali, sadece maddi durumu iyi olmayan insanların askere gitme ihtimali doğabilir. Bu düpedüz haksızlıktır. Ülke içindeki tüm konularda en azından teorik olarak eşit haklara sahip insanların ülke güvenliği konusunda parasal-maddi bir ayrımcılığa gitmesi beklenemez.

Ama artık sayı düştüğü için de zorunlu askerliğe gerek yok, ne yapılabilir?

Aslında bu konuda çok fazla çözüm üretilebilir. Ama ben hemen en basitini, ve kendi basitliği içinde haklı bir çözüme yaklaşan bir olasılığı önereceğim. Piyango. Askerlik zamanı gelen herkesin içine gireceği bir piyango.

Kısaca:

Artık üniversiteden, liseden, yüksek lisanstan veya artık son eğitiminden mezun olduktan sonraki üç yıl içerisinde herkesin gireceği bir piyango düşünün. Yani piyangoya ismi girecek kişiler; eğitimi bittikten sonra askerlik yapabilirliği ortaya çıktıktan sonraki üç yıl içinde üç kez piyangoya gireceklerdir. Ondan sonra her yıl bir piyango çekilerek 5, 10, 15 tane tarih, artık kaç tane gerekiyorsa, belirlenir. Örneğin 5 Mayıs, 8 Kasım, vs. Ve bu üç yıllık dönem içinde bulunan kişilerde bu tarihte doğmuş olanlara askere gitme yükümlülüğü doğar.

Eğer bu rastgele seçilen insan sayısı gerekenden yine fazlaysa tekrar onların arasında bir piyango yapılır. Eğer azsa bir gün daha seçilir. Özel nedenlerle gidemeyecek olanlar için iş, evlilik, aile içinde doğum – yükümlülüğü kaybolmamak üzere askerliğini erteleyebilir. Bu üç yıllık süre içinde doğum tarihi piyangodan çıkmamış kişinin askerlik yükümlülüğü ortadan kalkar. Tabii ki bir savaş döneminde başka türlü yöntemlere, savaşın olağandışılığı göz önüne alarak olağandışı bir uygulamaya yol açılabilir.

Sadece bir öneri. Ama askerliğin bu şekilde işlevi olabilmesi için bile yapılması gereken başka şeyler de var.

a)     Bunun en önemlisi gerçekten savaşan, ki maalesef Türkiye’de gerçekten savaşmak zorunda kalan askerler vardır, askerlerin buraya yetersiz eğitimle, donanımla gönderilmemesi gerekmektedir. Bir insan, rastgele seçilerek geldiği askerlikte gönüllü bile olsa hayatını koruma yetisine sahip olmadığı bir duruma sokulamaz. Bu yüzden profesyonel askerlerden oluşan bir kısım askerin bulunması zorunludur.

 

Ama bu en baştaki ilkeye karşı çıkıyor olabilir mi? Yani asıl savaşmayı maddi bir ayrımcılıkla bu paraya ihtiyacı olan askerlere mi bırakmış olacağız? Bu gerçekten cevaplanması zor bir sorudur. Ama aslında birçok iş kolu sadece onu yapabilecek (şarkıcılık, doktorluk, vs.) ya da yapmayı kabul eden (muhasebeci, öğretmen, memur, şöför, vs.) veya yapmak zorunda kalan (kimseyi rencide etmemek için çoğu insan tarafından tercih edilmeyen ama başkaları tarafından maaşla yapılmak zorunda kalınan meslekler diyelim) insanlara bırakılmaktadır. Askerlik de, sonunda can kaybı riski çok daha yüksek olması açısından bu mesleklerden değişik olsa da bu riskleri göze alan ve bu risklerin karşılığında hakettiği parayı kazanan insanlara bırakılabilir mi? Bu sorunun cevabı yine de zordur. Bu konuda kesinlikle çok daha güçlü düşünülmesi gerekir. Ama dediğim gibi ben yine de hakkaniyetli olduğunu düşünüyorum. Sonuçta buna gerçekten gönüllü insanlar var. Sonuçta bunu gerçekten yapamayacak insanlar var. Ve insaniyet (benim anladığım anlamıyla) elimizden geldiği sürece bu yetimizi diğer insanların yaşamlarını devam ettirebilecek şekilde kullanmamızı öngörür. Bu sadece askerlik için değil, hayatın tüm alanında geçerlidir.

 

b)     Rastgele yapılan askerlik olsun, profesyonel askerlik olsun; vatanı koruma göreviyle yapılmaktadır. Bu yüzden bu amaçla o göreve gelen insanların bu görevi yerine getirmek dışında hiçbir ek yükümlülükle karşılaşmaması gerekmektedir. İnsani koşullarda yaşamalı, saygı içerisinde davranılmalı, yeterli özgürlük ve yaşama olanağı sağlanmalıdır. Yaşam kalitesi herhangi bir Türk için arzu edilen sınırın altına kesinlikle düşürülmemelidir. Yani bir Türk olarak diğer tüm Türk’ler en az şu olanaklara sahip olmalı dediğimiz tüm olanakların askerlik yapan insanlara da sağlanması gerekir. Kısaca askerlik, amacının – vatanı koruma, güvenliği sağlama – dışında hiçbir amaca hizmet etmemeli ve başka hiçbir zorlukla yüklenmemelidir.

 

c)     Vicdani ret hakkı olmalıdır. Dünya’da bu hakkın olmadığı çok az ülkeden birisiyiz. Orduya ve askerliğe hangi nedenlerle karşı olursa olsun; inançlarına, insan olarak doğmaktan kaynaklanan kendi vücudunun ve işçiliğinin tek karar vericisi olma hakkına karşı çıkan hiçbir işlem yapılmamalıdır. Ülke güvenliğini koruma görevini, ki bu görevi bir vatandaş olarak yine de yüklenmelidir, askerlik ile yerine getiremeyenler için başka yollarla ülkeye hizmet etme yolu açılmalıdır. Yine a ve b maddesinde konu edilen tüm diğer konular göz önünde tutularak

 

d)     Askerlik piyangosu yeterli zaman içinde yapılmalı ve askerlik yükümlülüğü doğanlara zamanlı olarak haber verilmeli ve hayatlarını özgür ve düzgün bir şekilde planlama hakları ellerinden alınmamalıdır.

 

e)     Rastgele seçilen askerler direkt olarak savaşa alınmayacağı ve değişen dünya koşulları ve artan teknolojiyle fiziksel gereksinimler azaldığı ve kadınlar da bu ülkenin bir vatandaşı olduğu ve dolayısıyla ülke güvenliğinden eşi durumda sorumlu oldukları için erkekler için geçerli olan tüm askerlik kuralları kadınlar için de geçerli olmalıdır.

 

Yazıyı okuyanların soracağı sorular olacaktır. Türkiye gerçekten asker sayısını azaltabilir mi? Bilmiyorum. Yukarıda da düşündüğüm şekilde düşününce ben azaltılabileceğini düşünüyorum. Tabii ki bu konu tartışılabilir.

Türkiye bu ekonomik yükümlülüğü kaldırabilir mi? Asker sayısı azalınca bu ekonomik yükümlülüğün azalacağı mı artacağını daha hesaplayamadığımız için bilmiyoruz. Ama Türkiye, yukarıda sayılan koşulları yerine getirmeyi başaramıyorsa da getirecek hale gelmemeli midir? Bu çok mu imkansızdır. Tabii ki bu konu da tartışılabilir.

Ama bu konular tartışılırken bile yukarıda askerliğin daha insani hale getirilmesi için yapılması gerekenler, askerliğin neden gerektiği ve askerlik sistemi dizayn edilirkenki asıl amaç yine de unutulmamalıdır.

Asker sayısının azaltılmasının mümkün olmadığı durumda bile yukarıda önerisi yapılan sistem hayata geçirilebilir.

Yurt dışında yaşayanlar için de bence bu sorumluluğun ortadan kalkmaması gerekir. Ve dövizli askerlik de buna çözüm değildir. Çözüm olarak, bu kişilerin; yurt dışında yaşamaya devam ettiği sürece askerlik yükümlülüğü doğmaması, yurda dönmek ve yurtta yaşamaya karar verdikleri anda ve belli bir süre Türkiye’de kaldıktan sonra o 3 yıllık piyango döneminin başlaması gibi bir öneri getirebilirim.

Türkiye’de askerlerin erkeklerin adam olabilmesi için, zenginlerin fakirleri, batılıların doğuluları, köylülerin şehirleri tanıyabilmesi, cahillerin eğitim alabilmesi için gerekli olduğu açısından savunan insanlara tek diyeceğim, bunların gerçekleştirileceği yer askerlik değildir. Eğer çok önemliyse ve halkın çoğunluğu da buna karar verirse zenginlerin fakirleri, cahillerin eğitim alabileceği, köylülerin şehire geleceği değişim programları başlatılabilir. Ya da bu haksızlıkların ortaya çıkmaması için yapılması gereken gelir dağılımı adaleti, eğitim ve eşit olanaklar tanınması için başka adımlar atılabilir. Zaten atılmalıdır.

Not: Yurt dışında olduğu için askerliğini daha yapmamış birisiyim.