Mesajlar Etiketlendi ‘adalet’

Belki bu bahsi geçen özgürlükle ilgili yazının herkesin kendisini ilgilendirmeyen her şeyi en az ‘siklediği’ yılbaşı öncesine gelmesi güzel bir tesadüftür. Öyle değil mi ya? Yeni yıl bana neler getirecektir bugünlerin sorusu, ama bizi ve hayatımızı aslen tanımlayan büyük olayların-kavramların yakınına uğramadan, bireysel olarak, sadece bizi etkileyeceğini düşündüğümüz iş, para, aşk, mutluluk, horoskop-ana-konusu burç-takipçisi-zihnin elemanlarıdır bizi düşündüren… Yeni yıla nerede gireceğimiz, 23.50’de, 00.30’da ne yapıyor olacağımız üzerine her şeyden daha fazla kafa yorduğumuz günler…

Yine de, üzerinden günler geçse de, ve bu günler Türkiye’de bir asır kapatan cinsten olsa da, ve zaten çok umursanmayan insanların en az umursadığı günlerde hiç-umursanmayan blogumdan da olsa yazacağım… Çünkü inanç meselesi… Bunun ne kadar önemli olabileceğini biliyoruz. (daha…)

1)     13 yaşındaki bir kız 26 erkeğe seks için satılıyor.

2)     Mahkeme bunu kabul ediyor.

3)     Mahkeme şunu da diyor, N.Ç ‘ahlaken yaptıklarının farkında’ idi. Yani kendi rızasıyla bu erkeklerle birlikte olmuştu. Bu yüzden sanıklar 3-4 yıl arasında cezalar alıyorlar. ‘Reşit olmayan biriyle rızaen birlikte olmak’ suçundan. Kızı alıkoyan iki kadın ise 9 yıl hapis alıyorlar, ‘rızasıyla alıkoymak’ suçundan.

4)     Yargıtay da bu kararı onadı. Sadece bu suçu birden fazla defa işleyenlerin cezasını artırdılar. (daha…)

Terörün birçok tanımı var; kimi yapılış şeklinden yola çıkıyor, kimi amacından… Bu nedenle de içinden çıkması zor bir hale gelebiliyor. Ama terörü tartışmak yerine terörist kimdir sorusuna yanıt vermeye çalışınca, benim için, iş biraz daha belirginleşiyor: Terörist; masum, savaşın direkt olarak içinde yer almayan ve kendisini savunmayan insanları öldürendir.

O yüzden PKK bir terör örgütü mü diye tartışmak yerine, PKK içinde terörist var mı diye sorulduğunda bu konuya verilecek cevap çok daha güçlü, karşı çıkılması çok daha zor: PKK’nın içinde teröristler var. Ve önümüzdeki süreçte Kürtlere yapılmış olan haksızlıklar düzeltilmeye çalışılır, onların özgürlüğü ve hakları geliştirilir, kimliklerini yaşayabilmeleri için demokratik adımlar atılırken; aynı anda yapılması ve çözülmesi gereken bir sorun da bu teröristlere ne olacağıdır. En çok Abdullah Öcalan isminde simgeleşse de masum insanların ölümüne yol açan bu insanların geleceğine ne olacak?

Ama burada duralım.

PKK içinde bazı teröristlerin olduğunun kesinliği kadar açık olan bir başka gerçek de 90lı yıllara, belki sonlarına kadar, belki hala kendilerinin varlığı kabul edilmeyen bir ırk, bir millet, bir topluluğun olduğu. Kürt olduğunuzu düşünün, ya da Kürtseniz öyle düşünün. Bir ülkede yaşıyorsunuz. O ülkenin vatandaşısınız. Dedenizden, anneannenizden, atalarınızdan gelen kültürü açıkça yaşıyamıyorsunuz. Okulda, işyerinde, ‘kamusal alanda’ böyle olduğunuzu kabul edemiyorsunuz. Dilinizi konuşamıyorsunuz, belki zaten bilmiyorsunuz – çünkü öğrenecek bir ortam bulamıyorsunuz. Belki önemi yok diyerek ben Kürt kökenli bir Türk’üm, ben zaten Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, ya da hatta ben Türk’üm diyerek kendinizi bu çıkmazdan kurtarmak istiyorsunuz, bu da olmuyor. İster ailenizden dolayı, ister tipinizden dolayı, ister isminizden dolayı, ister şivenizden dolayı, ister doğum yerinizden dolayı illa ki Kürt olduğunuzda diretiyorlar. Bu diretme ile karşınızda her an sizi toplumsal ya da fiziksel bir lince uğratmaya hazır insanların arasında yaşıyorsunuz. Kaçmak isteseniz de kaçamıyorsunuz. Kürtsünüz. Kendinizi böyle tanımlamasanız, başkaları böyle tanımlıyor. Ama daha önemlisi siz busunuz ve nihayetinde siz de kendinizi böyle tanımlıyorsunuz. Böyle tanımlamak istiyorsunuz, ‘gerçeği’ yaşamak istiyorsun. Özgürce yaşamak istiyorsunuz.

Ama buna imkan yok.

Bir Kürt olarak adın, varlığın önce kabul edilmiyor. Aklının alamayacağı dolaylı yollarla kimliğini yaşamanı, kim olduğunu, varlığının en temelini sınırlandırıyorlar. Sonra, daha sonra, adın bir hakarete dönüşüyor. Birisi medeni davranmadığı zaman aynı ülkenin vatandaşı olduğun insanlar birbirlerine “Kürt müsün” diye sorarak aşağılamaya çalışıyorlar. Birisinin bir hakkı olmadığını ya da haksız olduğunu düşündüklerinde “Kürt!” diye haykırıyorlar. Daha sonra, kim olduğundan, geçmişinden bahsetmen gereken her anda; adında, tipinde, doğum yerinde, terörist olarak damgalanmakla karşı karşıya kalmak zorunda kalıyorsun. Bundan da kaçışın yok. Sadece sen – sen olduğun için nefret edilebilir birisin.

Asıl soru?

Sen Kürtsün ve bütün bunlarla karşı karşıyasın. Ve birileri senin için savaşıyor. Değil mi? Sonradan bir rant organizasyonuna dönüşmüş olduğunu düşünebilirsin, masum insanları öldürerek haksızlık yaptıklarını düşünebilirsin… Ama şu soruyla karşılaşınca ne yapacaksın: Eğer PKK olmasa benim, ben Kürt’ün sorunu bu ülkede konuşulur hale gelecek miydi? Kürt sorunu denecek miydi, Kürtlerin, milyonların varlığı kabul edilecek miydi, siyasi parti kurabilecek miydim, belediye başkanlıkları alabilecek, gizliden gizliye de olsa dilimi yaymak, kültürümü yaşamak için bir yaşam alanı yaratabilecek miydim? Kim olduğunu unutan çocuklarım, torunlarım böyle bir ‘gerçeğin’ var olduğunun farkına varacak mıydı, yoksa her şey unutulup gidecek miydi?

Hem Kürtlere hem Türklere sorarım…

Ve şimdi bu sorun artık çok daha açıkça konuşulmaya başlandı. Halkın karşısında olmayan, ‘gerçek’ kaset kayıtlarında MİT’in ve PKK’nın nasıl konulduğunu duyuyor ve çözüme doğru gidildiğini hissediyorsun. Hayat Güneydoğu’da daha normalleşmiş, Kürtlerin hakları ve varlıklarıyla ilgili devlet eliyle birkaç adım atılmış. Herkesin dilinde bir çözüm lafı, savaşı sonlandırma, terörü bitirme… Samimi ya da değil.

Ama burada da duralım.

Şimdi bir de Türk olduğunu düşün, ya da Kürt olarak düşün, kısaca insan olarak düşün: Peki bunca terörist; masumları, savaşmayanları öldüren insanlara ne olacak? Onlar affedilebilecek mi? Sadece niyetsiz zaiyat mı o insanlar? Bir kısmı öyleyse, hepsi öyle miydi? Hepsinin ölümünün suçlusu PKK olmasa da bir de böyle düşün.

Şimdi Kürtlerin vicdanen karşılaştıkları, karşılaşacakları sorun buna doğru gidiyor, evet Türkler ve Türkiye Devleti Kürtlerin haklarını ve gerçeklerini tanıma yolunda ilerliyor ama bu teröristleri cezalandırmadan bunu yapabilir mi?

Ve her Kürt şunu sormayacak mı: Eğer bu insanlar, terörist dahi olsalar, var olmasalardı, benim için savaşmasalardı benim varlığım bugün hala daha tehlike altında, adım bir hakeret, hayatım bir gerçeğin gölgesinde yaşanan bir yalan olmayacak mıydı?

Abdullah Öcalan ve diğer teröristlerin, terörist olduğunu düşünse bile, hangi vicdan kendi varlığı için savaşanları geride bırakacak? Ve bunu yaparsa ileride kendiyle nasıl hesaplaşacak?

PKKlı teröristlerin dağdan bir şekilde indirilebilir, yakalanabilir, öldürülebilir, ama ondan sonra ne olacak?

Her Türk’ün en büyük korkusu, Kürtlerin varlığını kabul etmekten de daha yaygın ve korkutucu olan, tam da bu değil mi: PKK’nın bir terör örgütü halinden çıkması ve bir direniş örgütü olarak kabul görmesi. Özünde, çoğunda böyle olsa bile. Ölenlerin anısının anlamsızlaşması. İnsanları öldüren bir örgütün demokrasi ve özgürlük için savaştığı söylenerek haklılaştırılması, yüceltilmesi, tarihe adil bir not olarak düşmesi. Gerçekten yanındaki terör notuyla birlikte böyle düşmesi gerekiyorsa bile.

Ve soru şu: Evet PKK içinde teröristlerin olduğu bir örgüt ve evet PKK aynı zamanda Türkiye’de Kürt varlığının tanınması, en azından konuşulabilmesi için savaştı. Bu durumda PKK ne, PKKlılar kim?

Ve Kürtler kendileri için savaşanları bırakmadan, Türkler de masum insanlarını, kardeşlerini, çocuklarını öldürenlerin haklarını, adaletlerini bulduklarını görmeden nasıl yola devam edecekler?

Elbette ben Kürtlerin nasıl düşündüğünü bilmiyorum. Elbette tüm Kürtler aynı düşünmez. Ama bu sorular yine de ‘gerçek’ değil mi? Hem Kürtler hem Türkler için bu sorular ortada değil mi, ve her geçen gün daha da yaklaşmıyor mu?

Herkesin kendisine bunu sorması gerekmez mi?

Ve evet Türkler ve Türkiye Devleti, ‘büyüklük’ yapıp, Kürtlerin hakkını PKKlı teröristlerin sonuna endekslemese ve sadece doğru olduğu için bu uğurda çabalasa ve elinden geleni yapsa…yine, eninde sonunda aynı sorulara dönmeyecek miyiz? Geçmişteki hatalardan, PKK ortaya çıkmadan önce Kürtler hakkında konuşmadığımız için Kürtlere kendileri hakkında konuşmak için demokratik bir ortam sağlamadığımız için kaynaklanan bu hatadan, artık geri dönüş var mı?

Kürtler ve Türkler, vicdanlarıyla hesaplaşmadan tam anlamıyla özgür olabilecekler mi?

Uyarı/Rica: Bu yazının ruhunda ve sonucunda Fenerbahçe’nin suçsuz olduğu ortaya çıkmayacaktır. Tek ima edilen suçunun daha kanıtlanmamış olduğudur. Yazının asıl amacı futbol gibi ağırlıklı olarak duygusal, çoğu zaman mantığa dayanmadan konuşulan sosyal bir olay konusunda bile düşünürken prensiplere, ve önemlisi adalet duygusuna yer verilip verilemeyeceğinin sorgulanmasıdır. Yazının orta kısmında yapılan çıkarımlar benim linkini verdiğim gazete haberleri ve UEFA’nın açıklamasından yaptığım kendi çıkarımlarımdır. Bu çıkarımların amacı sonda verilecek sorulara bir temel, neden oluşturmasıdır. Herkes kendisi bu kaynaklara giderek istediği çıkarımları yapmakta serbesttir. İster buradaki çıkarımları kullanarak ister kendi çıkarımlarınızı yaparak sondaki soruları cevaplamanız da mümkündür. Bu durum yazının amacını değiştirmeyecektir.

Bu uzun uyarı da futbolun ve taraftarlığın içinde barındırdığı duygusallığın harekete geçmesini önlemek umuduyla yazılmıştır.

***

Günümüz anlamıyla futbol kulübü nedir, ne şekilde örgütlenmiştir?

Buna iki başlıkta cevap vermek mümkün:

1-     Bir ekonomi ve kazanç kapısı oluşturduğu için

2-     Kazanmanın ve başarıların şerefini üstlenmek, geniş kitleler tarafından bu başarıların kabul edilmesi için. Kısaca onur için

Sporun güzelliği, spor yapabilme gibi konuların bugünkü kulüplerin örgütlenmesiyle bir alakası olmadığını şu basit testten anlayabiliyoruz: Futbol oynanabilmesi, bundan keyif alınabilmesi için profesyonel bir örgütlenmeye ihtiyaç var mıdır? Yoktur. Bugünkü futbol kulüpleri amatör futbol zevkinin ötesinde amaç ve insiyatiflerle kurulmuş ve örgütlenmişlerdir.

Kulübün başına geçerek veya yönetiminde yükselerek kendisine güç sağlamaya çalışanların ikincil ve dolaylı bir olgu olduğunu ve onlar olmasa da ya da onlar değişse de kulübün varlığını devam ettirdiğini düşünerek kulübün asıl amacı, varoluş sebebinde olmadıkları kanaatine varabiliriz.

Bu durumda UEFA ve Türk Futbol Federasyonu bu amaçlarla kurulmuş Fenerbahçe’den Şampiyonlar Ligi’ne katılım hakkını aldığında ne cezası vermiş oluyor?

a)     Kulübü ve dolayısıyla bu işten para kazanan herkese finansal bir ceza

b)     Fenerbahçe kulübünün Şampiyonlar Ligi’nde rekabet ederek kazanacağı onurdan men ederek başka bir ceza

Bu cezaların verilme nedeni nedir? Yani suç nedir?

Aslında bu konu hala daha açık bir şekilde anlatılmış değildir. TFF’nin ve ardından Başkanı Ali Aydınlar’ın açıklamasına göre UEFA gazetelerde çıkan haberlerin yeterli olduğunu ve şikeye karıştığı söylentilerinin bile bu turnuvadan men edilmesi için yeterli bir neden olduğunu savunarak kendisine baskı yapmıştır. TFF, UEFA’nın baskısı üzerine bu men kararını aldıktan sonra UEFA TFF’nin bu kararını övmüştür.

UEFA benim anladığım kadarıyla Fenerbahçe’nin şike yaptığını ve bunu kendisinin bulduğunu söylemekten kaçınmıştır, bu bulguyu bulanın da TFF olduğunu söylemiştir.the decision of the Turkish Football Federation to withdraw Fenerbahçe SK from the 2011/12 UEFA Champions League due to the fact that the club has been involved in match-fixing.”

TFF daha açık açık Fenerbahçe’nin şike yaptığının kanıtlandığını söylememekte ve kabul etmemektedir.

En azından herkesin kabul edeceği tek bir gerçek varsa o da mahkemenin daha sonuçlanmamış olduğudur. Hatta TFF’nin soruşturmasının da daha sonuçlanmadığı açıktır. Eğer şike olmasa bu kadar insanı tutuklamazlardı ya da ateş olmayan yerden duman çıkmaz gibi yaklaşımlar masumiyet karinesine karşı olmasının da ötesinde mantık dışıdır. Bu yolla prensiple hareket eden herkesin (tutarlı ve şerefli bireyler oldukları kabulüyle) kendi kulüplerini dolayısıyla tüm Türk kulüplerini cezalandırması beklenir. Çünkü neredeyse herkesin üzerinde söz birliği ettiği konu tüm Türk kulüplerinin veya yöneticilerinin geçmişte bir yerlerde şikeye karışmış olduğudur; ki bu da kanıtlanamadığına göre şöyle diyebiliriz: Tüm Türk kulüplerinin ve yöneticilerinin geçmişte şikeye karıştığı hakkında çok ağır şüpheler vardır.

Bu durumda ortada kesinleşmemiş bir suç varken ortaya bir ceza çıkarılmıştır. Ya da sadece şikeye adı karışmış olması ve bununla ilgili çok fazla gösterge olması suç olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, şimdilik görünen, sadece şikeye karışmış olması ihtimalinden dolayı Fenerbahçe yukarıda bahsedilen iki şekilde cezalandırılmıştır.

Keza TFF Başkanı Ali Aydınlar Fenerbahçe’nin suçsuz bulunması durumunda UEFA’nın tazminat ödeyeceğini de söylemiştir. Bu ileride Fenerbahçe’nin suçsuz bulunması ihtimalinde ona verilen ekonomik cezanın onarımını sağlayacaksa da ikinci tip cezanın, onurunun geri verilmesini sağlayamamaktadır. Ama Ali Aydınlar bunu söylerken Fenerbahçe’nin ileride suçsuz bulunabileceği ihtimalini, dolayısıyla suçunun sabitlenmediğini de bir bakıma kabul etmektedir.

Kaldı ki burada sorulması gereken başka sorular da vardır. Şike şüphesine adı karışanlar sadece Fenerbahçe değildir. Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe yerine gideceği söylenen Trabzonspor’un adı da derecesi farklı olmakla birlikte şike olaylarına karışmıştır.

Beşiktaş şike yaptığını değil ama adının şike olaylarına karıştığını kupayı iade ederek kabul etmiştir.

Bu iki durum da UEFA ve TFF’nin hareketleri arkasındaki tek görünür prensibin/nedenin tutarlı bir şekilde uygulanmadığını göstermektedir.

Ama futbol kulüpleri gibi son derece duygusal bağlarla desteklenen oluşumlarla ilgili sorulara yanıt ararken örnekler ve isimler üzerinden gitmek insanların rasyonel ve dolayısıyla adil/ahlaki sonuçlara varmasını engelleyebilmektedir. O yüzden gelin Fenerbahçe ve Trabzonspor ve bütün kulüpleri bir yana bırakmaya çalışalım.

Bir kulübün yasal sorumluları, yöneticileri şike yaparsa o kulüp cezalandırılmalı mıdır? Çoğu insanın buna evet diyeceğini tahmin ediyorum.

Peki ya bağımsız bir iş adamı, ya da çılgın ve zengin bir taraftar o kulüp için kendi insiyatifiyle şike yapmış, teşvik dağıtmışsa da o kulüp cezalandırılmalı mıdır?

Bu soruya cevap vermek çok daha zor. İlk soruya cevap verirken “Kulübün başarısına gölge düşmüştür, dolayısıyla bu başarıdan kaynaklanan onurun geri alınması gerekir” prensibini yürütenler bu ikinci soruya cevap verirken aynı prensiple hareket edememektedir.

Bunun zor olmasıyla ilgili benim aklıma gelen ilk neden: O çılgın iş adamı şike yapmasaydı da kulübün yine o başarıları kazanabilecek olması ihtimalinin yarattığı tedirginliktir. Yani bir başkasının hatasından, gereksiz insiyatif almasından dolayı oluşan suçun cezasının kulübe yüklenmemesi gerektiğidir.

İlginç bir şekilde bu prensip ilk soruya işletilmiş olsa o zaman da yöneticiler hata yapmıştır aslında kulüp yine başarılı olabilirdi demek de mümkündür. Ama genelde yöneticiler o kulübün yasal sorumluları olduğundan dolayı çoğu insan çekinmeden kulübün de cezalandırılması gerektiğini söyleyebilmektedir.

Bu suç ve ceza prensiplerini akılda tutalım. Aslında bunlar tam konumuzla ilgili olmayan prensipler bile olabilir. Söylemek isterdiğim bir soruya cevap verirken, bir yargıya varırken onun arkasındaki nedenin bu şekilde düşünülmesi gerektiğidir.

Bunlar akılda tutularak tekrar Fenerbahçe örneğine geri dönüş yaparsak Fenerbahçe’nin şu anda cezalandırılması gerektiğini savunanlar ve UEFA-TFF’nin verdiği cezayı haklı bulan herkesin cevap vermesi gereken ahlak ve adalet soruları şunlardır: Fenerbahçe şike yaptığı için mi cezalandırılmalıdır yoksa başarısı kendisine ait olmadığı, üstüne gölge düştüğü için mi?

Bir kulübün başarısının üstüne tam olarak ne zaman gölge düşmektedir ya da o kulübün şike yaptığı hangi aşamada/hangi delillerle kanıtlanmıştır?

Bu nedenlerden hangisiyle cezalandırılıyorsa; bu nedenin kesinliği kanıtlanmış mıdır?

Bu sorulara verdiğiniz cevapların nedenini, yani prensipleri kendi kulüplerinize uygulayarak taraftarlığınızdan kaynaklanan – bir spor olayından oluşan ve kimliğinizin bir parçası olmasından dolayı ileri gelen – duygularınızın adalet duygunuzu ne kadar etkilediğini test etmeniz mümkündür.

Sıkıcı ve ağır yazıyı şenlendirmek için son bir not: Bu test, örneğini oluşturan Fenerbahçe taraftarları için aynı etkiyi taşıyamayabilir.

Bazı insanlara kızamazsın; bilirsin ki olup olabileceği, bilip bilebileceği, yapıp yapabileceği budur. Ne kadar insaniyet açısında ayrılıkçı görünse de kapasite diye bir şey vardır, bilirsin – ona göre hareket etmek istemezsin – ama bilirsin.

Benim derdim bir şey olabilecek, bir şey yapabilecek insanla… yazdığım yazıların çoğunda da onun olduğunu fark ettim. Okuyanın yukarıda bahsettiğim gibi bir insan olma ihtimali/hayali ile ondan kendi kendime bir beklentiye girdiğimi fark ettim. Ondan benim düşündüğümün doğru olduğunu düşünüyorsa bunu yapmaktan korkmamasını, eğer bana katılmıyorsa bile kendi doğru bildiğini yapmaktan korkmamasını beklediğimi fark ettim. Ve tabii kendimden de bunu beklediğimi, bunların büyük bir kısmını da kendime yazdığımı. Tek yazdığımın, farklı konularda farklı şekillerde de olsa bu olduğunu fark ettim. Biraz kendimi sıkıcı da buldum ama bunun yanlış olmadığını da düşündüm.

Mutlu olmak için ve hayatta kalmak için zannettiğimden çok daha az şeye ihtiyacım olduğunu fark ettiğim ve bunları sağlamakta çok da sıkıntı çekmeyeceğimi görmeye başladığım bu günlerde benim için umudun anlamı bu oldu. Çünkü umut etmemi gerektiren zorunlu, bencil ihtiyaçlarım gittikçe azalıyor. Umudum; sadece doğruyu yapabilecek insanların olması, daha fazla insanın doğruyu yapabilmesi. Üstelik benim doğrularımı bile değil… kendi doğrularını yapabilmesi.

Geçenlerde bir de Türkiye’nin Yüzde 99’u diye bir yazı yazdım… Sözüne güvenilir bir arkadaşım şöyle demiş mailinde yazının ekseni kaymış, beğenmedim diye. Niye öyle dediğini bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Çünkü o yazıyı ben de beğenmedim.

Çünkü ben, o yazıyı korkarak yazdım. Korktum, çünkü Türk olup da Müslüman olmamak, bu konuda yazabilmek korkutucu bir şey. Kaldı ki yazı ekseninden kaymış da olabilir, çünkü yaklaşık şöyle bitiyordu… Türkiye’nin yüzde 99’u kötü. Oysa o yazıda asıl amaçladığım, daha doğrusu amaçlamaya cesaret edebildiğim kadarı, şuydu:

        Kötülüklere göz yuman insan da kötü müdür?

        Evet.

        Türkiye’nin yüzde 99’u kötü müdür?

        ………

Belki siz, belki de zaman verecek bu sorunun cevabını.

Ama o yazıda geçen başka bir şey daha vardı, cesaret etsem üstüne daha fazla yazmak istediğim:

…gerçekten Müslüman olup da hiçbir şeye karışmayanlar; işte onlara bir de gerçekten Müslüman olmayıp Müslüman geçinip hiçbir şeye karışmayanları bir de Müslüman olmayıp da hiçbir şeye karışmayanları ekle. İşte asıl suçlu onlar.

Türkiye’nin %99’u da onlar.

Bugün o diğer kısımla ilgili yazmaya cesaret edeceğim. Ama diğer iki kısımdan gerçekten Müslüman olup da hiçbir şeye karışmayanlar ile ilgili zaten o yazıda bile bir şeyler yazabilmişim, kısıtlı da olsa, onu söylemek isterim. Müslüman olmayıp da hiçbir şeye karışmayanların da tıpkı benim gibi ya korktuğunu ya da kendi bencillikleri içinde hayatlarını idareimaslahatçı bir biçimde bitirip tamamlayacaklarını varsayıyorum.

Gerçekte Müslüman olmayıp da sorunca Müslümanım diyenlere gelince…

Aslında bu konudaki kişisel düşüncem, ahlakım, etiğim bana diyor ki: Bir insanın dinini nasıl yaşadığına karışamazsın, sen kimsin! Bu doğru. Bir insanın inancını nasıl yaşadığına karışamam. Karışmak istemem. Umarım karışmam. Karışmışsam vicdani olarak cezasını çekerim, çekiyorumdur.

Ama bana artık yeter dedirten bir şey de var. Bu insan inancını istediği şekilde yaşayabilir evet, ama bu inancını nasıl lanse ettiği başka insanların hayatını cehenneme çeviriyorsa, onlara haksızlık yapılmasına yol açıyor, hayatlarını istediği şekilde yaşayamamasına destek oluyorsa bu konuda susabilir miyim? Bu da benim inancıma ters değil mi?

Az sonra yazacaklarımı da önceden düşündüm ve ister istemez aklıma tanıdığım insanlar hatta yakın arkadaşlarım hatta çok yakın arkadaşlarım olan insanlar geliyor. Yazacaklarım aslında son derece genel ve birçok insanda çeşitli derecelerde sıkça karşılaşılabilecek durumlar. Ama işte o insanlar aklıma geliyor. Bunları onların yüzlerine sadece en fazla çıtlatmaya cesaret etmişimdir bugüne kadar, çoğuna zaten bir şey söylememişimdir. Çünkü bireysel olarak dinlerine, inançlarına, nasıl yaşadıklarına karışmış olsam, bunu bilerek huzurlu olamam. Yazdıklarımı şimdi okurlarsa bir bakıma onların dinini birebir olarak sorgulamış olacak mıyım? Umarım olmam. Zaten inançlarını asla sorgulamam. Belki tek sorgulamak istediğim inancını lansman ediş şekli sadece. Ama eğer yine de kişisel bir sorgulama yapıyor olma ihtimaline karşılık…her şeyden önce kendimden af diliyorum.

Bazı insanlar var – sorunca Müslümanım diyorlar. Bunların bazıları Türkiye’de ortak olarak yaşanabileceğini, herkese karşı hoşgörülü olduklarını, herkesin istediğini yapmakta serbest olduğunu da savunuyorlar. Bunu yapan herkesten bahsetmiyorum…bunları savunan başka insanlar da olabilir, misal benim gibi; şimdilik sadece ben Müslümanım deyip de sadece kendine göre tanımladığı, keyfine uygun, işine gelen Müslümanlığı yaşayanlardan bahsediyorum.

Ben İslam uzmanı değilim. Bir şeyler biliyorum; çoğu da kulaktan dolma, televizyondan görme, bir iki kitaptan okuma, arkadaştan dinlemedir. Ama ne farkeder, bu bahsettiğim Müslümanım diyenlerin de çoğunun öyle değil midir?

Nasıl oluyor bu işine göre Müslümanlık?

Namaz kılabileceği zaman bile namaz kılmıyor…

Camiye uğramıyor ya da sadece bayramlarda gidiyor…

İçki içiyor, bazen sadece Ramazan’da ve kandil gecelerinde içmiyor, bazen onlarda da içiyor…

Oruç tutabileceği halde tutmuyor, birkaç gün tutuyor…

Oruç tuttuğu zamanda bile başka her şeyi yapıyor…

Zina yapıyor, evlenmeden ilişkiye giriyor…

Evlendi mi üreme amacı dışında da ilişkiye giriyor…

Hacca gidebilecek parası varken hacca gitmiyor…

Kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’i bir kez olsun açıp okumuyor, okusa da ya anlamadığı Arapça olarak okuyor ya da yarım yamalak okuyor…

İşine geldi mi hemşehrisine kolaylık sağlıyor, torpil yapıyor…

İşine geldi mi başkasının yaptığı torpilden kendine kolaylık sağlıyor…

Başkalarını zor duruma sokabilecek durumlardan, onların zorunlu ihtiyaçlarından haksız bir biçimde para kazanmaktan çekinmiyor…

Faiz getirisi de gerekirse kazanıyor…

Yalan söylüyor, dedikodu yapıyor…

Erkekse Cuma namazlarına gidebileceği halde gitmiyor…

İşinde başarılı olmak için her türlü katakulliyi makbul görüyor…

Kendi işini halledebilmek için her türlü katakulliyi makbul görüyor…

Yurt dışına gidince domuz eti ürünleri tüketiyor, merak edip deniyor…

Kadınsa başını örtmüyor, ya da başkalarını cezbedebilecek şekilde giyinebilmek için bilinçli olarak çaba sarf ediyor…

Sigara içiyor, başka maddeler de yeri geldi mi kullanıyor…

Müslümanlığa aykırı bir davranış görünce ya da Müslüman olmayan birini görünce ona yaptığının yanlış olduğunu veya Müslümanlığın iyi olduğunu tatlı dille bile olsa söylemiyor…

Hadi bunlardan birkaçını insani olarak aradan kaçırıyor da, çoğunu sıkça yapıp da hala daha…

Ama sorunca Müslümanım diyor.

Bu bir sorun mu… sana ne? Evet sorun.

Çünkü o Müslümanım deyince Müslümanlığı hakkıyla yaşayanlara bir kez haksızlık oluyor. Sen de Müslümansan o ne? Bunu zaten yıllarca gerçekten Müslüman olanlardan işittiniz. Hatta yukarıdakinin bir kısmını kesip kopyalayıp belki de insanları gerçek Müslümanlığı yaşamaya çağıran bir yazıda kullanmak bile mümkün.

Ama bu sefer söyleyenler onlar değil, değil mi? Hiç birisinin Müslümanlığının Müslüman olmayan biri tarafından sorgulandığına ben rastlamamışım ya da hatırlamıyorum. Peki başka ne oluyor?

Müslümanlığını hakkıyla yaşayanlar veya bunu abartanlar ve başkalarının üstünde baskı aracı olarak kullananlar (ister bunları ikiye ayırın ister bir araya koyun, apayrı bir tartışma konusu) kendilerine destek aracı bulmuş oluyorlar. Sen de Müslümansın değil mi diyorlar, Türkiye’nin yüzde 99’u Müslüman diyorlar. Oradan güç alıyorlar. Başkalarını buna inandırıyorlar. Kendilerinden de bazıları buna inandığı için ona göre hareket ediyorlar. Ve yaptıkları yapacakları her şey daha aşırı bir uca daha güçlüye gidiyor.

Bu kötü mü değil mi, yorum yapmayacağım, ona da siz karar verin.

Bir de bir de… Müslüman olmayanlara yaptığınız haksızlık var. Siz işinize geldiği, daha kolay olduğu veya sorgulamadığınız için Müslümanım diye ortalıkta dolaştığınız sürece Müslüman olmayanların açıkça, özgürce yaşama şansını da kısıtlıyorsunuz. Onu gerçekte olmadığı şekilde yalnız bırakıyorsunuz.

Oysa inancınızı ayrı tutuyorum, ama yaşadığınız şeyin Müslümanlık olup olmadığını sorgulamanız gerekmez mi? Müslümanım demeden önce iyice bir düşünmeniz gerekmez mi? Ben Müslümanlığı böyle tanımlıyorum, benim İslamdan anladığım bu şeklinde kendinizi kandırmayı bırakmanız gerekmez mi?

Artık?

Özellikle de inancım bana ait, herkes istediği gibi yaşasın diyorsanız… nedendir ben Müslümanım diye ortaya çıkmaktaki bu tereddütsüz tavrınız? Müslüman olduğunu bile düşünüyorsan neden sana ne diyemezsin? Hani sana aitti, hani sadece seninle ilgiliydi?

Sadece kolay olduğu için mi?

Alışkanlık olduğu için mi?

Üzerinde düşünmeye değer bulmadığın için mi?

Kimbilir kaç insanla tanıştım, Müslüman olmadığı halde bunu sözleriyle en azından bana belirttiği halde ben Müslüman değilim demekten imtina eden. Bunu asla dile getirmeyen, her şeyi söyleyip bu son cümlenin etrafında yıllarca dolanan. Çünkü, en azından bunu kabul edin, Türkiye’de bunu demek kolay değil.

Herkesin birbirini otomatik olarak Müslüman diye tanımladığı bir ülkede yaşıyoruz. Müslüman olmayanın bile geri kalan herkese önce Müslümandır kesin diyerek yaklaştığı bir ülkede… Müslüman olup olmamanın kolaylıkla sorgulanabildiği, sorulduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ve bu soru asla yargısız, takipsiz değil… O niyetle bile sorulmuşsa bile değil.

Geçenlerde 18 yaşındaki kuzenime skype üzerinden üniversite tercihi yapmayı yapmaya çalışıyoruz, gece 3.30 – 4. Sanırım sahur vakti yaklaştığından olsa gerek 17 yaşındaki kardeşi arkadan kafayı uzatıp sordu:

        Cem abi oruç tutuyor musun?

        Hayır. (Ha demek bu konuyu hiç konuşmamışız. Nasıl konuşalım ki? Dünya daha güzel bir yer olsa neden konuşalım ki?) Ben Müslüman değilim ki.

<belki 15 – 20 saniyelik bir sessizlik>

        Neden?

        (Gecenin o saatinde ne kadar anlatabileceksin derdini.) Çünkü organize hiçbir dine inanmıyorum.

<belki 10-15 saniyelik bir sessizlik>

        Hmmm, ok.

<kocaman ve devam eden bir kafa karışıklığı, üçümüzde de>

Neden mi?! Neden Müslüman değilsin? Türksün ve Müslüman değilsin öyle mi! Neden?

Acaba hiç birisine “Neden Müslümansın” diye sormuş mudur? Kendisine “ben neden Müslümanım” diye sorduysa yine iyi…

Ama ilk tepkisinin “Neden Müslüman değilsin” olmasıyla ilgili onu suçlayabilir miyiz? Çünkü normali o! Normali öyle demek. Taksici oruçlu musun dediğinde Müslüman değilim demen başa bela, hayır tutmuyorum demen tamamdır. Birisi Cuma’ya geliyor musun diye sorarsa yok Allah kabul etsin dersen işlerin sorunsuz yürür, ama sakın Müslüman değilim deme. Birisi ailenin hacca gidip gitmediğini mi sordu…daha gidemediler de, başka yorum yapma.

En başta dediğim gibi ben korkuyorum arkadaş. Bir kere artık kendimi kaybedip ben Müslüman değilim demiştim… Hastenedeyim doktor babanın kalp kapakçığı değişecek ve üçlü bypass yapılacak ama ardından diyalize girme zorunluluğu da çıkabilir, çok riskli ameliyat demiş. Devamlı doktor bekleme, yoğun bakıma girmeyi bekleme sırasında su içmekten başka bir iş yapmadığım ve zaten o anda yapacak başka bir işim olmadığı için tuvalete dalmışım. Pisuarda işiyorum. Namaza hazırlanan birisi beni alenen kesiyor, hissediyorum. Fermuarımı kapatıp arkamı dönmeyi tamamlamadan başladı…

Bilmemkimin kitabında yazdığı gibi Hadis-i Şerife göre ayakta abdest… ayrıca prostat kanseri… Uzun uzun bir konuşma. Dinleyeyim dedim. Dinlemeden tepki versem haksız duruma düşeceğimi biliyorum. Ama dinledikçe sabrım taşıyor. Bitirince ben başladım…

Birincisi her gördüğünüzü Müslüman zannetmeyin… İkincisi şu anda tıp biliminin uygulandığı bir hastenedeyiz; prostat ile ilgili… Ben de saydım bir şeyler ama sona doğru ne dediğimi kendimin bile umursamadığımı hatırlıyorum. Cevap verdi…

Öncelikle ben her gördüğümü Müslüman zannetmem. Ama ben sizin sağlığınız için... Yine uzun bir konuşmaya başladı. Yarım yamalak dinliyorum. Dinleyecek konsantrasyonum da motivasyonum da yok.

Ama sonra sözü tekrar getirdiği yere bakıyorum, dinliyorum, gözlerine bakıyorum ve anlıyorum: Müslüman olmadığıma inanmadı… İnanmadı!

Nasıl inansın ki? Türkçe konuşmuştum. Türk gibi görünüyordum. Daha önce hiç kimse ona bunu demiş miydi ki?

Bir de ismim Cem olduğu için başıma gelenler var. İsmimi din ile ilgili bir konuşmanın seyrinde öğrenince veya hatırlayınca imalı bir bakış fırlatan, hatta bazen ileri gidip Alevi olup olmadığımı soran. Beni asıl yoran o konuşmanın seyrinin değişmesi; Alevi değilim desem de, Müslüman değilim desem de, ailem Sünni desem de…

Bir de diğer ismim James olduğu için başıma gelenler var… Hrıstiyan? Yahudi? Yabancı (müslümanlık sorusu bağlamında)?

Ve hala hatırladıkça rahatsız olduğum zorunlu din (Sünnilik) dersleri var. Hadi kendimi ortaokul yılları için affettim ama ya lise yılları? Nasıl olur da bana Arapça ve Türkçe olarak Kuran’dan belli birkaç cümleyi ezberletip 100 veren hocaya kalkıp en azından bir cümle etmemişim? Ya da üsturubuyla sorsaymışım keşke en azından? Şimdi daha huzurlu olurmuşum.

Verdiğim verginin Diyanet İşleri Başkanlığına oradan da camilere bedava elektrik, su ve imamlara maaş olarak gitmesine ne demeli? Okulu bile olmayan köylerdeki camilere. Adımı taşıyan Cemevlerini ibadethane statüsüne bile almıyorlar.

Zaten yıllar önce Türkiye’de ne kadar Gayrimüslim varsa sırayla kovmuşlar. Paralarına, evlerine de konmuşlar.

Daha geçen yıla kadar anlamamıştım… Küçükken hemen bizim apartmanın karşısında tek katlı kullanılmayan bir ev vardı. İçinde oynayıp, yanındaki dut ağacığını bir günde tüm mahallenin çocukları olarak kurutabildiğimiz. Bir gün sorduğumu hatırlıyorum, üzerindeki horoz ne alaka diye? Eski papaz evi demişti biri. O zaman üstüne fazla düşünememişim. Asıl çözemediğim ise; hemen az ilerisinde kocaman bir malikane vardı, koskocaman bir arazisi olan, yine bomboş. Şimdi anlıyorum ki o da kiliseymiş. Şimdi onun yerinde yollar ve yedi sekiz apartman var. Gidip zillerine basıp sorsam Müslüman mısınız diye, eminim ki apartmanda oturanların çoğu Elhamdürillah diye başlar… Kimi de kapıyı her tanımadığına kapatan Müslümanlardandır zaten… Bir ikisi belki bunu sormaya hakkınız yok der, değil mi?

Bir gün gelecek beni de kovacaklar mı diye düşününce de komik geliyor. Kendi kendime olur mu saçmalama diyorum. Tıpkı şeriat gelecek diyenlere saçmalama dediğim gibi. Çünkü saçma olduğunu düşünüyorum.

Ama şuna sinirlenmeden edemiyorum. Şeriat gelecek, laiklik çok önemli, herkes istediği gibi yaşasın deyip bir de yukarıda yazdıklarımın neredeyse hepsini yapıp hala daha ben Müslümanım diyenler var ya… Ya da zaten bu konularda hiç düşünmeyip ben Müslümanım diyenler. Benim inancım artık onların bu yalanlarını apaçık yazmadan rahat etmeme izin vermiyor.

Bir de şu geliyor aklıma, acaba yazıyı okurken olur mu canım Türkiye’de Müslüman olmayan bir insan da hakkıyla yaşayabilir diyenler var mıdır? Bunu duymaktan korkuyorum, gerçek olmadığını bu kadar iyi bildiğim bir şeyin neresinden başlayıp da doğru olmadığını kanıtlamaya başlarım diye düşünürken elim ayağım titriyor…

Ve bir de yukarıda yazdıklarımı ve bunları yapan arkadaşlarımı, dostlarımı, tanıdıklarımı düşünün istiyorum. Normalde bu yazımın bir sosyal intihar olması lazım değil mi? Hele %99 rakamı doğruysa ya da okuyanlardan bu yazıyla ikna olup da tutum değişikliğine giden olmazsa aslında benim yapayalnız birkaç insanla kalmam gerekir değil mi? Zaten sırf Müslüman olmadığım için bana şüpheyle bakacak, beni silecek, hatta bana kızacak tanıdıklarım da hiç az değildir, eminim.

Ama öyle olacak mı? <Kendi kendime gülüyorum> Hayır. Kesinlikle. Bu konuda ukalaca korkmadan yapabiliyorum. Kendine göre Müslümanlığı yaşamanın en güzel yanı da bu kendine göre asla Müslüman değil değilsin. Bir de insan olmanın çok güzel bir özelliği var… kötü şeyleri hep başkası yapar, kötü şeyler hep başkasının başına gelir kendinden eminliği. Bir de üstüne o günümüz popüler toplum değerlerinden alınmamazlığı ekle.

Bu kadar lafın üstüne, demem o ki Türk olup Müslüman olmamak zor. Bir de kimseyi buna inandıramayınca…bir de herkesin Müslüman olması gerekince…kimseyi Müslüman olmamaya alıştırmamış olunca…Genel tahammül herkesin, Müslüman olsun olmasın, öyle yaşasın yaşamasın, o konuda düşünsün düşünmesin, T.C Kimlik Kartı din hanesinde yazan İslam’a uygun cevap vermesi. Gerçek bu.

Herkes buna uydukça benim hayatım da zorlaşacak. Yalanlaşacak. Yarımlaşacak. Ama ne yapayım…

Türk’üm ve Müslüman değilim.

Artık bu konuda ne yapman gerekiyorsa sen de onu yap.