Mesajlar Etiketlendi ‘politika’

Politika yapmayan birisi olarak politikayla ilgili bir görüş bildirdiğimde bile bana nasıl politika yaptırılmıyor, anlatayım. Ama daha önemlisi Türkiye’de politikanın, ama daha önemlisi gençlerin – o çok apolitik olmakla nitelenen gençlerin – neden politika yapamadığına dair belki bir fikir ortaya atmayı deneyeyim.

Öncelikle çok basit bir gerçek tespitiyle başlayalım. Her politik fikir uygulanmak için değildir. Politika bir ülkenin, daha doğrusu devletin, nasıl yönetileceği ve bunu hangi yolla yapacağının düzenlenmesidir. O devleti yöneten, ama aynı zamanda demokratik, parlementer toplumda olmamızdan ileri gelen bir şekilde o devlet tarafından yönetilen herkesin politik fikirlerinin çarpışması, entegre olması ve bir noktada uzlaşması ile ortaya çıkar.

Politik olmak da bilfiil politika yapmaktan farklıdır. Politik olmak devletin nasıl yöneticiliğiyle ilgili fikir belirtmeyi içerir.

Politik olmaya ilk darbe de burada gelir. Politik fikriniz hemen birebir bir politika önerisi olması gerekirmiş gibi davranılır. Tartışılmaz, karşı tez sunulmaz, nerelerde eksik kaldığı açıklanmaz ama sadece neden çalışmayacağı işlenir. Bu aslında Türkiye’de ortaya atılan çoğu fikir ya da ortaya çıkarılan her türlü yenilikle ilgili böyledir ama politikada daha kanıksanmıştır.

En önemlisi ve en sık rastlananı politik fikrinizi günün politik yapısı üzerine bina etmeniz beklentisidir. Kısaca sizin politik fikrinizi doğrular, ahlak, adalet veya prensipler üzerine inşa etmeniz mümkün değildir. ‘İdealist’ olmakla ‘suçlanırsınız’. Bu iki kelime de tırnak içine giriyorsa nedeni özündeki anlamlarında kullanılmalarına rağmen absürt bir biçim almalarıdır. Politik olmaya çalışan birisine idealist olduğunu söyleyerek yanlış yaptığını söylemek ne demektir?

Ama aslında öyle denilmek istenmiyor diyenler olacaktır. Denen gerçekçi olmaması, uygulanabilir olmaması. Çok garip. Uygulamayı iyileştirmek için, yani daha iyiye gitmek için mümkün olan en iyiyi, en ideali belirleyip yönümüzü buna çevirmemiz ve ondan sonra uygulanabilecek olanı bulup ona göre hareket etmemiz gerekmez mi? İyiyi bilmeden, iyiye gitmenin bir yolu var mıdır?

Zaten uygulanan ile ilk aşamada hemen uygulanabilir olanı yaparak ne kadar yol kat edilebilir?

Genellikle bu itiraz şeklinin bir devamı da şudur; bu yapılamaz. Yapılabilir olup olmamasıyla ilgilenmesi beklenmeyen ve politik olan ama politika yapmayan iki kişinin konuşmasında yapılabilirliğin tartışılmasının amacı nedir? Bu iki kişi yapılabilirlik konusunda ne kadar bilgiye sahiptir? Ama daha önemlisi neden ikisi zamanlarını politik doğruya ulaşmak için tartışmak yerine politikaların uygulanabilirliğinin tartışmasında boğulmaktadır?

Aynı mantıkla çok sık sarf edilen bir başka söz de ‘Halkın buna hazır olmamasıdır.’ İlginç, halktan birisi bu fikri ortaya atıyor. Anlaşılan o ki senin bu politik fikre yine halktan birisi olarak önemli bir itirazın yok; ama bu konuşmayı ilerletmek amacıyla tartışmak yerine çok büyük bir insan kesiminin neye hazır olup olmadığı hakkında yorum yaparak, ya da fikrin önemini bu açıdan değerlendirerek zamanını geçirmeyi tercih ediyorsun.

Eğer sen, halktan birisi, ve fikri ortaya atan, yine halktan birisi, bu fikri tartışıp, sahiplenip, desteklerse; ve bunu halktan başkalarıyla konuşursa… Yani bir halkın bir politik fikre hazır hale gelmesinin başka bir yolu var mıdır?

Her zaman çok önemli olduğu vurgulanan ve Türkiye’nin en önemli sorunu cevaplanırken ilk heyecan anıyla gündemdeki madde (artık terör, ekonomi, o anda her neyse) es geçilebilirse genelde aslen ilk cevap olan eğitim ne içindir? Eğitimle insanları doğultan sahip oldukları zeka seviyesinin çok da yukarılarına taşımak mümkün olmadığına, ve eğitimle bir büyülü dokunuşla bütün bu insanların kendi kendilerine en doğru politik fikre aynı anda, ortak bir şekilde varması beklenemeyeceğine göre; eğitimin bir bakıma asıl amacı kişiye görüşlerin, düşüncelerin, bilgilerin aktarılması değil midir? Ve politika söz konusu olduğunda en doğruyu, en ideali nedeniyle birlikte tartışmak, ama en önemlisi bu en doğruyu bulana kadar tartışmak asıl eğitim değil midir?

Ve insanlar ancak idealist politikalar üzerinde, inat edilmeden yapılan tartışmaların sonucunda ilk anda uygulanabilirden daha ötede; daha iyiye, daha güzele yakın bir politikaya ‘hazır’ hale gelmez mi?

Bir de politik fikirler düşünülürken üretilen kavramlar için değeri açısından sorgulanması vardır. Yani bu ‘Türkiye’ için önemli, kendin için önemli, ailen için önemli, bu solcular için önemli, bu Kürtler için önemli diye uzayıp giden bir liste sunulur önünüze; arasından politikanıza bir neden seçmeniz beklenir. Çünkü politika kavramını tartışmanız bile çoğunlukla aynı yukarıda olduğu şekilde engellenir. Yani politika neden önemlidir bu da tartışılmaz. Kamplar önemlidir. Oysa politika kampların oyun kazanma alanı değildir, yani özünde değildir. Politika devletin nasıl yönetileceği, dolayısıyla o devlet altında yaşayan herkesin nasıl yaşayacağıdır. Bu yüzden politika o insanlar içindir. Hepsi içindir. Aynı anda, aynı konuda, hepsi içindir.

Özellikle de yeni nesillerin hayatın geri kalanında en politik hareket eden nesiller olduğunu düşününce bütün bu politika tartışamama açmazı biraz daha iğreti durmuyor mu? Herkes günde onlarca konuda kamuya açık bir şekilde taraf oluyor; en iyi oyuncu, en iyi takım, en iyi film, en iyi yazar, en iyi gazete, en komik stand-upçı, en iyi telefon, en iyi araba, en güzel model, en seksi şarkıcı…yetmiyor açıktan açığa bütün duruşlarını herkese ilan ediyor ben buraya giderim, bu insanlarla takılırım, bu gibi insanlarla böyle fotoğraf çektiririm, okulum budur, şehrim şudur, burada yaşarım, böyle giyinirim, bunu severim, şu anda üzgün hissediyorum, artık iyi hissediyorum, buna aşığım, onunla artık çıkmıyorum…24 saat, 7 gün yaptığı şekilde herkese en politik duruşunu sergilemeye hazır bu insanların, geleneksel anlamdaki politikadan uzak tutulmasına – sadece gelenekleşmiş ve kanıksanmış politik tartışmaların alışılmış ve yüzlerce kez dile getirilmiş politik taraflarından birini, bu tarafın önceki çizgisinden ayrılmasına hiç izin vermeden, tekrar etmesinden başka hiçbir şans bırakılmamasına aklınız eriyor mu? Bu işte bir anormallik sizin de gözünüze çarpmıyor mu?

Yine de en komiği, en acısı basit komplo teorileriyle veya pesimist ve realist olduğunu öne sürerken realizmden oldukça uzak olan karşı atak cümleleri vardır bir de politika tartışmanızı önleyen:

Bırak bu halktan adam olmaz…

Dış güçler (İsrail, Yahudiler, Avrupa, Amerika) ne isterse o olur, boşuna tartışma.

İdealist düşünceler bunlar genç, burası Türkiye burada öyle şeyler olmaz.

Kim güçlüyse, kim iktidardaysa onun dediği olur, sen ne söylesen boş.

Politika düşünmemeniz ve konuşmamanız ve tartışmamanız için ortaya atılan bütün bu nedenlere, metotlara bakınca ne düşünüyorsunuz? Sorun politik ya da apolitik olmaktan da öte basit bir alışkanlığın, basit ve bir İNANCIN iklimi ele geçirmiş olması değil mi? Yani rasyonel bir olayı; hayatınızın ve değer verdiğiniz insanların hayatının nasıl olacağıyla ilgili tartışmanızı önlemek için rasyonaliteye dayanmayan bu inançlara sığınılması biraz korkutucu, değil mi?

Hepiniz daha önce bir şekilde, bir yerde birilerine bu yapılamaz, buna halk hazır değil, keşke olsa ama olmaz demediniz mi? Birisini gerçekçi olmamakla eleştirmediniz mi? Konuşmayı orada kesmediniz mi, başka konularda sonuna kadar ateşli tartışmalar yapmak için konuyu değiştirmediniz mi?

Hepiniz bir ara, bir noktada nesildaşlarınızın veya başka insanların apolitik olduklarıyla ilgili, bunun kötü de olduğunu ima ederek, görüş bildirmediniz mi?

Yoksa bunu tek yapan ben miyim? Tabii bir de bana geçmişte (kim bilir belki de istisnai bir şekilde) bu sözleri söylemiş olanlar mı?

Yoksa bütün bunlar sadece farkına varmamızla düzeltilebilecek bir kötü alışkanlıklar yığını mı?

AKP neden öcü değil, ben neden bunu göremiyorum? (Yani sen burada kendi kendine soruyorsun, ben cevaplıyorum.)

Bazen Türkiye’nin önemli bir kesimi, önemli derken Türkiye’nin geleceğini inşa edecek akıllı, çalışkan, kültürlü bir kesiminin, yani etki olarak da önemli bir kesiminin; kendisini korkunç bir şekilde kandırdığını düşünüyorum. Türkiye’yi üniversitedeki arkadaşları, gittiği Bodrum-Antalya tatilindeki insanlar, katıldığı festivaldekiler, internette okuduğu bloglar, twitleştiği insanlar, arkadaşlarının facebook status’ünden zannetmek, aslında çok da yargılanmaması gereken bir durum. Çünkü yaşadığı Türkiye bu. Büyüdüğü Türkiye bu.

Ben de farklı değilim. Ben de arasıra böyle zannediyorum, belki bu sayede yadırganmamalı falan diyerek anlayışlı davranabiliyorum. Facebook’da arkadaşlarımın yazdıklarına baktığımda herkesin neredeyse kin kustuğunu ya da ağladığını ya da şikayet ettiğini gördüm. Sadece ilkokuldan ve yine ilkokuldan beri görüşmediğim bir arkadaşım farklı bir şeyler yazmıştı. Kendimi çaktırmadan daha önce tarif ettiğim akıllı, çalışkan, kültürlü kesime sokmak adına yazmıyorum bunu. Sadece itiraf. Tıpkı seçim sonuçlarını ilk gördüğümde yaşadığım ve beynimin rasyonel kararlar alması gereken merkezinin durduramadığı hayal kırıklığı gibi. Hayal kırıklığımın nedeni de AKP’nin kazanmış olması değil, sadece Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’nin değişen söyleminin daha fazla şans bulamayacak olması; beş kuruşluk fikrim %26’nın yeterli olmayacağı. Konuya döneceğim.

O basit, o acı açıklamayı göğüsleyelim önce. AKP %50 oy aldı. Neden? Çünkü halk kandırılıyor, halk aptal. İster istemez aklıma bir gece önce rast geldiğim Pakize Suda’nın programındaki insanlar geldi. Ortadoğu ülkelerini sayar mısınız sorusuna verilen Almanya, Amerika, Libya (evet tanıma göre girebilir ama akla gelen tek ülke midir?), Türkmenistan gibi cevaplar. Kim mi bu insanlar? Senin facebook sayfanda seçim sonuçlarıyla kahrolan insanlarla aynı görünen; modern giyinen, düzgün Türkçe konuşan, ifadesi normal-uygar olan gençler, orta yaşlı şık giyimli teyzeler, yaşlıca tertipli beyefendi amcalar. Sanki bu halk aptal fikrini destekliyor gibi miyim? Hayır, çok basit. Bence bu insanların çoğu CHP’ye oy vermiştir.

Sonuç mu? Halk aptal olabilir mi? Olabilir. İnsanlar aptaldır, ilgisizdir, basittir. Kafasını yormak istemez, çoğu da yorsa da… Sadece Türkler değil dünyadaki bütün insanlar için doğru bu. Genel olarak insanlar aptaldır. Sen de bazı konularda aptalsındır. Ben pek aptal değilim, ama istisnalar kaideleri bozmaz. (Espriyi böyle bırakmaktan korktum, çünkü malum okuyan da aptal olabilir.) Ama AKP’nin başarısının nedeni bu değil.

AKP başarılı çünkü insanların hayatına dokunuyor. Onların küçük, önemsiz (yani aynı seninki benimki gibi olan hayatlarında) irili ufaklı iyileştirmeler yapıyor. Nedeni ne olursa olsun Türkiye’nin yükselen ekonomisinden yararlanıyor. İronik olarak Türkiye’nin yükselen ekonomisinin müsebbipi o çalışkan, akıllı, ileri görüşlü, rekabetçi insanların büyük çoğunluğu AKP’yi sevmese de ona endirekt olarak hizmet ediyor.

AKP öcü mü? Kabul, aklı başında olan her insan için Erdoğan her konuşmasıyla korkutucu olabilir. Ama ya politikaları, aksiyonları… Dokuz yıllık iktidarları döneminde hayatınızı özgürce yaşamanızı engelleyen herhangi bir olaya sebep oldular mı? Dikkat, soruya hızlıca cevap vermeden önce karşılaştırmayı ne ile yapacağınızı hatırlamakta fayda var. Belediye otobüsünde sevgilinizle öpüşürken terslendiniz mi, ya da polis saçınız uzun diye size gıcık mı davrandı, değişik giyindiğiniz için garipsendiniz mi, ya da insanlar bazı radikal görüşlerini dile getirdikleri için söylem olarak linç mi edildiler…kısaca örnekleriniz bu minvalde gelecekse; unutmayın Türkiye’den bahsediyoruz. Bu tip yüksek ahlakçılık, kolektivist toplumun getirdiği özel hayata müdahele, Sünni İslam dogmatiğinin getirdiği yasakçılık; bunların hepsi Türkiye’de 2002 öncesinde de vardı. Uzun bir süre de gideceğe benzemiyor. Azalarak bitecekler mi? Bilemiyorum. Yani bu tip şeyler yine oluyorsa AKP’yi suçlamayın. Ya da suçlayın, ama sebep oldukları için değil, değiştiremedikleri için. (Belki biraz aynı kalmasını destekledikleri için de suçlayabilirsiniz.)

Ne yani AKP iyi mi? Bence hayır. Bence de AKP artık kaybetmeli. Artık diyorum, çünkü dokuz yıl önce düşündüğümün aksine geçmişe baktığımda AKP’nin gelmesinin Türkiye’nin geleceği için iyi bir etki yaratmış olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü gerçek Türkiye’nin, Türkiye’nin çoğunluğunun bu ülkenin güncel yaşamına, politikasına, söylemine, sokaklarına, filmlerine, televizyonlarına katılmasını sağladılar. Üzgünüm ama benim de aralarında yaşamayı tercih edeceğim modern, eğitimli, kavramı sevmesem de daha Batılı olan kesim, ancak bir yere kadar Türkiye’nin çoğunluğunu görmezden gelebilirdi, ancak bir yere kadar tüm Türkiye’yi omuzlarının üstünde taşıyabilirdi. Bu anomali bitti, iyi oldu.

AKP şimdi neden mi kaybetmeli? Hızlıca:

-Türkiye’nin geleceğine yönelik güçlü vizyon çizemedikleri, altyapı oluşturmak, bürokrasiyi modernleştirmekten başka bir icraatleri olmadığı/kalmadığı için

-Hiçbir demokrat insanın ve halkın Recep Tayyip Erdoğan otokratlığındaki, kültüründeki, tavrındaki ve onu takip eden anti-demokratik partisi mensupları tarafından yönetilmek zorunda kalmaması gerektiği için

-Türkiye’yi özgürleştiremedikleri, insanlarını eğitim ve öğrenim ile geliştirmeyi, ileri götürmeyi başaramadıkları, sivil toplumu oluşturamadıkları hatta buna engel oldukları için

Dikkat! Bu maddelerin ikisi bundan önceki her hükümet için de aynen söylenebilirdi. Recep Tayyip Erdoğan ve partisi maddesinin yerine de rahatlıkla demagog Demirel, etkisiz Ecevit, şaka gibi Tansu, robotik Mesut, vaazcı Erbakan tadında yeni bir madde konabilir.

Peki AKP neden kaybetmiyor? Çünkü halkın çoğunluğu bu nedenlere inanmıyor. Bir yönüyle de AKP’nin gitmesi gerektiğine inanan insanlar da farklı nedenlerden dolayı gitmesi gerektiğini söylüyor.

Yani AKP’nin gitmesini isteyen insanlar şöyle bir şey yapıyor. Yerine gelecek iktidarı AKP’nin gitmesini gerektiren nedenleri kapsayan bir kavramdan kuruyor ve AKP’nin kalmasını isteyen insanların kalmasını gerektiren nedenlerle bu nedenler hiçbir yerde keşişmiyor. Açıklama:

Gitsincilerin gitsin deme nedeni: İslamcı, muhafazakar, otokrat, yolsuzluk yapıyor

Yerine gelen: Seküler, muhazafakar olmayan, yolsuzluk yapmayacak biri olsun yeter.

Kalsıncıların kalsın deme nedeni: Ekonomi (Elbette başka nedenler de var ama ben sadece gitsinciler ile kalsıncıların kesişebileceği tek ortak noktayı yazıyorum.)

Kesişim: Yok.

Her kim ki yuh böyle basit bir açıklama olamaz; AKP’ye insanlar sadece ekonomi yüzünden kalsın diye oy veriyor olamaz demesinler. Elbette ki bir sürü neden var; dindar-muhafazakar insanların sonunda kendilerini dışlanmıyor hissetmeleri, milliyetçi-büyük Türkiye duygularına hamasi bir şekilde hitap edebiliyor olması, üzerine fazla düşünülmediğinde çok etkili olan karizması, çalışkanlığı, hizipçiliği, ötekileştirme sevdası. Hepsi halkın sevdiği şeyler. Özellikle hizipçiliği, gruplaşmayı, başkalarını ötekileştirmeyi çok severiz, hepimiz.

Ama dur! Yine de en önemli neden ekonomi. Ve bu haberi yazının başında geçen kişilere vermek beni üzüyor ama ne yazık ki ekonomi iyi gidiyor! Halk yoksul, gelir dağılımı adaletsiz, insanlar aç, işsiz… Ve evet ekonomi yine de iyi gidiyor. Çünkü… eskiden daha kötüydü (nokta).

Ayrıca bir şeyi daha unutmayalım. İdealler, vizyonlar her şey iyi güzel de… Sen de ben de, ne kadar eğitimli, ideallerimizi içselleştirmiş, samimi olarak tüm insanların mutluluğunu, adaleti,  hakkı istiyor olsak da biz de aslında günlük hayatımızda kararlarımızın neredeyse hepsini ekonomik nedenlerle alıyoruz. Misal? Seçtiğin üniversite, mesleğin, çalıştığın yer, yemek yiyeceğin yer, yaşayacağın yer, farkında olmasan da eşin, belki dostun bile… Sadece biz insanların değil; ülkelerin, milletlerin de neredeyse bütün davranışlarının altında yatan neden ekonomiktir.

Çünkü insanoğlunun en kuvvetli içgüdüsü hayatta kalmaktır. Ve günümüz dünyasında hayatta kalmak en öncelikli olarak ekonomiyle mümkündür. Bunu söyleyerek gizli bir kapıyı aralamadığımı, şapkadan tavşan çıkarmadığımı biliyorum. Ama AKP’yi, Türkiye’yi, seçimi düşünürken bu gerçeği çok fazla unutuyoruz.

CHP’ye, yok yok Kılıçdaroğlu’na, ne olacak?

Ya gidecek, ya kalacak. (Hadi canım.) Giderse nasıl gittiğine bağlı olarak CHP’nin gidişatı değişir. (Hadi canım!) Kısaca, %95 daha kötü duruma doğru yol alır. Kalırsa nasıl kaldığına bağlı olarak CHP’nin gidişatı değişir. Kısaca, %50 daha iyi duruma doğru yol alır.

Ama, gelin benim bilemeyeceğim şeyleri konuşmayalım. Kılıçdaroğlu sinik liderliğinden, ani sorumluluğundan, olmayan birikiminden sıyrıldığı, bu noktaları düzeltebildiği oranda seçimin sonlarına doğru oldukça ilginç şeyler söylemeye başladı. Söylediklerinden Türkiye’nin geleceği için iyi olanları; ne yazık ki yine Türkiye’nin çoğunluğundan olur alacak nitelikte değil. Dahası, CHP’ye ve tabanına de uygun değil. Hatta belki de asıl sorun Kılıçdaroğlu’nun kendisine uygun olup olmadığının da cidden şüpheli olması. Yani, şimdilik biraz emanet, biraz gökten inmiş bir şekilde duruyor. Ama oturabilir, bu potansiyel de çok açık bir şekilde görülüyor.

Kalır da akıllı, akademisyen, aydın insanlar etrafını sararsa CHP çok ilginç politikalar üretebilir, Türkiye’nin geleceği için önemli şeyler söyleyebilir; ama oyları düşer. Komik oldu değil mi? Ya da belki karamsar. Ama öyle. Zaten böyle olmaz merak etmeyin. Muhtemelen seçime yürürken olduğu gibi biraz oradan biraz buradan ortaya karışık yeni bir CHP oluşturulur. Kötü de olmaz. Eski CHP’nin pek bir anlamı kalmadı. Eski CHP tabanını da kapsayacak, onların da içinde yer alabileceği daha iyi, yeni bir CHP rahatlıkla oluşturalabilir.

Bunu Kılıçdaroğlu yapabilir mi? Neden olmasın? Yaşına ve yapısına göre bence hızla değişebiliyor.

Aslında ideali (not: benim idealim) daha etkin, karizmatik ve vizyonu daha geniş olan birisinin gelip CHP liderliğini Kılıçdaroğlu desteğinde devralmasıdır. Mümkün mü? Madem yüzde vermekten korkmuyorum, %0.1 diyeyim, gerisini siz düşünün. Ha böyle birisi var mı? Vardır, bizim bile haberimiz yoktur. Türkiye’de çok insan var, nitekim o kadar çok insan arasında bunu yapabilecek insanlar da var.

BDP ve Kürt’lerin geleceği?

BDP bağımsız adaylarıyla mecliste çok önemli bir yer elde etmeyi başardı. İyi de oldu. Burada politikayı, sosyolojiyi, başka şeyleri bir kenara bırakmak lazım. Neden mi? Çünkü bu mesele duygusal, bu mesele yıllardır insanları öldürüyor…

Türkiye bir aileyse, Kürtler de bu ailenin bir ferdi. Ve bu fert; ama komşular tarafından kandırıldığından, ama kendi garip düşünceleri yüzünden, ama son derece haklı olduğu için (sonda ama bence doğru cevap bu) bu aile içinde mutlu değil. Hiçbir sağlıklı insan ailesinin içinde mutsuz birisi varken bunu görmezden gelmemelidir. Hatta daha ileri gideyim; eğer aileler mutsuzsa gerekirse dağılabilir, anarşik bir çocuk bazen başını alıp gedebilir, ümitsiz çiftler boşanabilir. Bu kötü bir şey değildir.

Eğer yazının başında bahsettiğim insanlar bu insanların mutsuzluğunu anlamıyorsa bu onlara garip gelmiştir. Neden mutsuzlar ki? Önemli değil, öyle hissediyorlar. Eğer siz ilişkinizde mutsuz iseniz eşinizin, kız/erkek arkadaşınızın sizi dinlemesini; eğer hala daha anlaşamıyorsanız ayrılmayı istemez misiniz?

BDP mecliste güçlenerek Türkiye ailesinin, yani kendi ailesinin onları biraz daha dinlemesini sağlayacaktır. Keşke ailenin geri kalanları da bu konuşmanın karşılıklı olduğunu; eğer gerçekten söyleyecek bir şeyleri varsa Kürtlere söyleyecekleri çok şey olduğunun farkına varsalar. Çünkü söyleyecek çok şey var.

Hatta belki de Türkiye’nin, maalesef önemli olduğunu düşündüğüm bir çoğunluğunun ortaya çıkıp, biz sizi istemiyoruz kardeşim demesinin vakti de gelmiştir. Böylece ailenin içinde bu kadar kavganın, gürültüyü koparanın kim olduğu da, kimin bu çocukları istemediği de anlaşılabilir. Ama böyle bir cesaret olduğunu düşünmüyorum.

Aman, aile içinde kavgalar çıkar olmaz diyorsanız; demiştim zaten ailenin içinde kavga var. Bunlar yaşı küçük çocuklar, susturulur diyorsanız; eh çocuklar da büyüyor artık. Yani hep büyüktü de, işte sen şimdiye kadar kendini kandırmayı başardınız. Mutsuz çocuklardan bir kısmı cinnet geçirdi, diğer çocukları öldürdü; kazadır olur, küçüktür büyüyünce geçer dediniz geçiştirdiniz. Şu çocuğu bir dinlesek? Anlaşamıyorsak, belki ayrı bir eve çıkmasına izin vermek ya da derdi odasında yüksek sesle müzik dinlemek, ara sıra kendi istediği yemeğin pişmesi gibi bir şeyse bu küçük dertlerini gidermek, böylece onu da mutlu yapmak daha iyi değil mi?

Ben kendi adıma bu çocuklar da ailede olsun, onlarla da oynayabileyim istiyorum. E bu çocuklar yıllardır çekip gitmedi, iyi kötü bu evin kimisi saçma da olan kurallarına uydu, ara sıra anarşik davransa da hala daha burada, hala daha konuşmak istiyor. Bu çocuklar en azından adam gibi davranılmayı hak ediyor.

Gelecek?

Türkiye’nin geleceği iyi. Destur! Bu kadar yazdın, hepsi kötü sonuçlara işaret ediyor, nasıl bu sonuca vardın? Çünkü yukarıda çizilen bir tablo geleceği parlak, güçlü, mutlu bir halkı olan Türkiye ile ilgilidir. Beklentidir. Maalesef çoğu beklenti gibi gerçekleşmeyecektir. Beklentiler gerçekleşmediğinde olduğu gibi insanlar mutsuz olacaktır. Ama bu güzel beklentiler gerçekleşmediği halde başımıza iyi şeyler gelecek. Hatta, evet evet hatta, AKP bile güzel şeyler yapacak. Kötü şeyler de yapacak, daha önemlisi bazı şeyleri yapmayacak; zaten beklentiler de bu yüzden gerçekleşmeyecek. Ama bunu hangi parti gelse yapacaktı. Beklentileri karşılamayacak, ama Türkiye’yi yavaş yavaş da olsa daha iyi bir haline getirecekti. Ha, biz mutlu olmayacağız o başka.

 

 

 

Aşağıdaki maddeleri sıraladım, sonra bu bloga koymaya korktum. Neden mi? Çünkü çok saf görüneceğimden korktum. Ve evet, çok saf görünmek benim için çok kötü, dayanılmaz. Başkalarının hakkınızda nasıl düşüneceğini hesaplayarak hareket etmek ne kadar sınırlayıcı, ne kadar zayıflatıcıysa; yaptığımız hareketlerin çoğunun, sadece başkaları tarafından görünme şeklimizle alakalı olduğunu bilmemek de düpedüz kendini kandırma. Kendini kandırıp bilgisizleşerek mutlu olabilirsin; cahil cesareti, cehalet mutluluğu, bilmediğin şeyin seni üzmemesi… Ama ben onu demiyorum. O çoktan dendi. Benim dediğim doğru olduğunu bildiğini (belki düşündüğünü deyip kendimi  sağlama almalıyım) yazmak seni korkutuyorsa – her nedenle olursa olsun – bir yerlerde bir yanlış yok mudur? Yoksa doğru olan bazen doğrunun bile söylenmemesi midir?

Bir de işin komik yanı var. Aşağıdaki maddeler aklıma ilk geldiğinde son derece basit ve kendi basitliğinde zekice olduğunu düşünmüştüm. Ta ki maddeleri yazıp tekrar bir göz atana kadar…Tabii hiçbir şeyin göründüğü kadar basit olmadığını da söylemek lazım herhalde. Ya da bunu söylemeye gerek var mıydı şimdi, bilemedim.

Her neyse bu kadar zırvalama, ön hazırlık sanırım yazının sonunda aptalca göründüğümde kaçabileceğim kadar çok bahane sunmuş oldu bana. Ama en baştan, politika konuşacaksak, en temeli söylemekte fayda var. Çoğu insan böyle yapmıyor ama çoğu insanın yaptığını yapmak çok sıkıcı. O yüzden, işte asıl yazı:

1- Seçim barajını %2-3 gibi makul bir rakama çekecek, belki de toptan kaldıracak

2- Kürtlerin anadilde eğitim-öğrenim yapmasına olanak sağlayacak, Güneydoğu Anadolu’da ve ilgili yerleşim yerlerindeki resmi makamlarda  Kürtçenin ikinci resmi dil olmasını sağlayacak

3- Türbanın ve başörtüsünün Türkiye’nin heryerinde; meclis ve kamu da dahil olmak üzere serbest olmasını sağlayacak

4- Okullarda zorunlu din dersini kaldıracak, alanı değil dersleri seçmeli yapacak

5- Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatarak Türkiye’deki tüm dinleri devlet  yönetiminden çıkaracak; yerine tüm din yerlerinin sadece dinle  ilgilendiğinin  denetlenmesi için bir kurul oluşturarak dine  başka hiçbir şekilde  müdahelede bulunmayacak

6- Zorunlu askerliği kaldırarak, orduyu sayıca küçültecek, savunma bütçesini azaltacak ve daha profesyonel, daha verimli bir ordu oluşturacak

7- Vergi denetimini ve yaygınlığını en önemli ve ciddi bir öncelik olarak görecek

8- Üniversite sayısını azaltıp, üniversiteleri özerkleştirecek ve çok büyük  oranda özelleştirecek, YÖK’ü kapatacak, sınav sistemini iptal  edecek veya değiştirecek üniversiteye kabul kriterlerini  üniversitelerin  kendisine bırakacak

9- Milletvekili dokunulmazlığını sadece söylemlerle sınırlandıracak

10- Ekonomide, kadın eşitliğinde, anayasanın darbe  döneminden  kalmış maddelerini değiştirmekte, asgari ücretin makul  bir  şekilde düzenlenmesinde, sosyal güvenliğin daha etkin ve yaygın hale getirilmesinde, hukuk sisteminin daha da bağımsız hale getirilmesinde, istihbarat örgütünün modernleştirilmesinde, Türkiye’nin teknolojik olarak gelecekte geride kalmamasında gerekli adımları atacak

Bir parti istiyorum! Çok şey istiyorum. Acaba geç mi kaldım? Yoksa Türkiye için çok mu erken?

Not: Kendimi bile ikna edemesem de bu şekilde maddesel olarak ütopik idealler yazmak güzel şey be.