Mesajlar Etiketlendi ‘milliyetçilik’

Olimpiyatlar: Bir ülkeye ait sporcuların (ya da o ülkeye para ve diğer yollarla devşirilmiş olsa da o ülkenin bayrağını taşıyan formaları giyen sporcuların) başka ülkelere ait sporcularla dostluk, kardeşlik, barış duyguları içerisinde, ama birçok çok uluslu firmanın sponsorluğu ve tanıtımı eşliğinde kıyasıya rekabet edip diğerlerini yenip, geçip, ezip podyuma ve podyumun bir üst basamağına çıkarak kendi ülke bayraklarını diğerlerinin üzerinde yükseltmesi ve kendi marşını zorla dinletmesi organizasyonu. Sonunda da özet olarak hangi ülkelerin daha çok madalya kazandığı ve diğerlerini daha çok yendiğinin hatırlanıldığı köklü bir gelenek.

Her şey nasıl oldu da denk getirdiysem Türk Havayolları uçağına tam olimpiyatlar döneminde bilet almamla başladı. (daha…)

İlkokul yıllarım bir Türk’ün nasıl olur da tek başına başka milletten on askeri yenebileceğini düşünerek geçti. Ya da bu kadar zeki olan Türkler’in neden hiç bir yeniliği, makineyi icat edemediğini de anlamaya çalışırdım.

Bunları şimdi gayet ironik bir şekilde yazıyor olabilirim ama zamanında bunları tam anlamıyla, kelime anlamıyla düşündüğüme, hayal etmeye, gözümün önüne götürmeye çalıştığıma şüphe yok. Bu konuda yalnız olmadığımı da küçükken bir Türk askerinin gerçekten nasıl on Amerikan askerini yenebileceğini tartıştığımız arkadaşlarımdan biliyorum. Kelimesi kelimesine, bu ‘gerçeği’ demonstrasyon yolu ile kanıtlamaya çalışarak. (daha…)

Uzun zamandır ertelediğim bir konu var. O konuya şimdi de girmeyeceğim. Önce konuyu, sonra girmeme nedenini söyleyeyim. Milliyetçilik insan türünün bugünkü gelişmişlik seviyesinde geçici olarak ortaya çıkmıştır, bir realitedir ama uzun vadede önemini kaybedecektir; daha önemlisi baştaki imparatorluklardan ve diğer despotik ve emperyalist sömürgeciliklerden kurtulmadaki önemli rolünü hızla geride bırakarak zararlı, ayrımcı, sınırlayıcı ve insanoğlunun gelişimini engelleyici bir hale gelmektedir. Peki temel olarak geçici ve zararlı olduğunu düşündüğüm bu kavram konusundaki düşüncelerim üzerinde neden yazamıyorum?

Çünkü bir başka soru/çelişki da her an karşıma çıkıyor. Değişik şekillerde:

Birincisi bu blogun ana misyonlarından birinin Türkiye’deki hayat, politika ve insan ile ilgili olması, yazdığım çoğu şeyin dönüp dolaşıp Türklük üzerine gelip düşünmesi.

İkincisi kendimi tanımlarken veya kendimi açıklamaya çalışırken Türklük kimliğinden kaçamamam, zaten kaçmamam – ki bu sadece bir realiteden kaçamamak olsa sorun olmaz – ve kaçmamamın ötesinde bunu bir şekilde sahiplenmem, işlevsel olarak kullanmam ve açıklamalarımın temeli yapmam.

Üçüncüsü kendimi milli konularda insani, bireysel veya düşünsel nedenlerin ötesinde, gerekli olmayan bir fazlalıkla duygusal olarak etkileniyorken buluyor olmam – ama bu gurur duymam şeklinde olsun ama bir konuda aşırı üzülmem veya sinirlenmem şeklinde oluyor olsun.

Dördüncüsü Kürtlerin milliyetçilik ekseninde kendilerini ifade edebilmeleri gerektiğinin önemini ve bu konudaki haklarını savunmam – ki bu diğerlerine göre daha zayıf çünkü a) despotik rejimlerden kurtulmak için milliyetçiliğin kullanılabileceği bir alan olarak görüldüğünü zaten kabul etmem b) günümüz realitesi içinde kaçınılmaz oluşu.

Beşincisi ve en belki en önemlisi Türklük kimliğinin, anlayışının ve kültürünün değişmesi ve geliştirilmesi gerekliliğine olan naif inancım ve bununla ilgili düşünmek zorunda olduğunu hissetmem.

Peki bu çelişkiye yol açan konuları şimdilik nasıl cevaplamaya, açıklamaya çalışıyorum?

Birinci konuyu şimdiye kadar süregelmiş hayatımda zorunlu olarak bu konunun hayatımda daha büyük bir parçaya sahip olması (rastgele olarak Türk bir aileye doğmamdan kaynaklanan) ve Türkiye’de yetişmiş olmam ile ilgili olarak bu konuya daha hakim olmam (diğer konulara kıyasla yoksa belli bir uzmanlık olarak algılanmasın) ve bu konunun benimle ilgili daha ilgili/ilintili olması; dolayısıyla benim küresel olan bir konuyu veya insanın doğasıyla ilgili konuları açıklarken bile bu hareket noktasına dayanmak zorunda kalıyor olmam ile açıklamaya çalışıyorum. Başka bir neden de bu konulardaki düşüncelerimin daha yararlı, başarılı ve alakalı olabileceğini düşünmem. Aynı nedenden devam ederek geliştirirsem, tabii ki Dünya’nın bütün sorunları üzerine düşünemeyeceğime göre en azından benimle doğrudan bağlantılı bu sorunları düşünmemin de yadırganacak bir yanı yok düşüncesiyle de bu gerçeği daha kolay bir şekilde hayatımın bir parçası yapıyorum.

Son nedenden yola çıkarak beşinci konuyu da açıklamaya çalışıyorum. Yani Türklerin ve Türkiye’nin ve bunu çevreleyen sorunları çözmek için elimizden geleni yaparsak ve tabii geri kalan diğer milliyetlerdeki insanlar da kendileri ile ilgili sorunları çözmek için elinden geleni yaparsa Dünya daha iyi bir yer olabilir inancı bu konuya biraz daha açıklık kazandırıyor. Bir nevi herkesin kendi evinin önünü süpürürse sokak daha temiz olur (aslında sokak da temizlenir de olabilir bu söz ama daha temiz daha güzel çünkü sokak tamamen temizlenmeyebilir ama daha temiz olacağı da kesin, değil mi?)

İkinci konuyu da yine rastgele olarak Türk bir aileden doğmuş olmam ve ben kendimi Türk olarak tanımlayacak olmasam bile Dünya’da geri kalan insanların çoğunun ve günümüz realitesinin zaten beni Türk olarak tanımlamaya çalışacağı ve bu konudan zaten kaçamayacak olmam ile açıklamaya çalışıyorum. Aynı zamanda Türk kültürüne ait özelliklerin kimi benim seçimimle, kimi benim elimde olmadan kanıksanarak, kimini de kendim seçtim zannederken aslında yine alışkanlıktan dolayı bünyemin değişmez (ya da çok zor değişir) bir parçası haline getirmiş olmam da bu konuyla ilintili.

Dördüncü konuyu direkt olarak konuyu verirken açıklamaya başlamıştım. Ama çok basit bir şekilde desteklemek gerekirse bu konuyu milliyetçilik ekseninden çıkarak çözülme şansına sahip olduğuna inanmadığım için (en azından ön görülür bir gelecekte) Kürt milliyetçiliğinden ve Kürtlük tanımı üzerinden gelen çözümün ve anlayışın yine de bugünkü durumdan daha iyi olmasını savunduğumu söyleyebilirim. Yani Kürt milliyetçiliğini de en az Türki milliyetçiliği ya da diğer tüm milliyetçilikleri kadar geçici ve zararlı bulsam da bizi daha doğru bir noktaya getirebilecek olmasından dolayı desteklemekte bir sorun görmüyorum.

Üçüncü konu en zor açıklanabilir konu. Nedeni de herhalde daha çok psikolojiyle ve karakterimle alakalı olması. Bu gurur duyma/değer verme meselesini şunlardan birine bağlayarak işin içinden çıkabilir miyim?

        Türklüğün beni bugün olduğum kişi yapmış olması ve bu yüzden borçlu hissetmem

        Türklük sayesinde bugün sahip olduğum değerlere ve imkanlara sahip olmam bu yüzden minnettar olmam

        Yetiştirilme şeklim, eğitimim, olası beynimin yıkanmış olması

        Çevremin ve geçmişimin bu öğeyle dolu olması ve bu gerçeğin değiştirilmez olması

Bütün bu nedenler ilk bakışta güçlü nedenler olarak görünse de hepsinin zayıf olduğu noktalar var:

        Bilim dünyası her geçen sene yetiştirilme şeklinden çok daha fazla olarak kişiliğimizin aslen genlerden etkilendiğini söylüyor. Özellikle evlat edinilmiş çocuklar üzerinden yapılan araştırmalar bu konuyla ilgili çok güçlü kanıtlar ortaya koyuyor.

        Türklüğün bugün bana verdiği değer ve imkanların daha iyisine başka bir milliyete sahip olsaydım sahip olabilirdim argümanı. Yani aynı noktadan hareket ederek insan Türklükten nefret de edebilir, bu yüzden de sağlıklı bir dayanak noktası değil

        Türkiye’de azınlık olduğum (birçok birçok açılardan) gerçeğinin Türklük ve Türklerle ilgili daha fazla yakınlık duyma ve değer verme değerini açıklayamıyor olması. Bir gün gelir de (hatta belki bugün bile) başka milliyetlerde daha büyük oranda insanlarla daha fazla örtüşen değerlerim olabileceği gerçeği de yine bu açıklamaların tersine çalışıyor.

Ama dediğim gibi işin bu duygusal yakınsama konusu açıklanması en zor kısmı.

Yine de bütün bu nedenlerin açıklanamıyor olması rasyonel bir şekilde vardığım “Milliyetçilik” kavramı ile ilgili düşüncelerimin yanlış olduğunu kanıtlamıyor. Ama dediğim gibi daha bu kavram ile ilgili düşüncelerimi tamamıyla tartışabilecek konumda değilim. Şurası kesin ki bütün bu nedenlerin altında, mantık ile açıklanamayan kısımlarında, benim insan olmamdan gelen zaaflarımın rol oynadığını ve bir şekilde daha doğru olan düşünceye ve davranışa varmamı önleyenin de kendi zayıflığım olduğu ‘hissi’ aşikar. Düşünmek de bu hisleri açıklamak için ve doğrulamak (ya da yanlışlamak) için var olduğuna göre en azından doğru yolda olduğumu düşünerek teselli bulabilirim.

Türklükle ilgili (ya da milliyetçilikle) ilgili tufaya düştüğüm (kendi tarafından düşürüldüğüm) bir anı paylaşarak bütün bu nedenlere ve açıklamalara bir örnek getireyim. Ama bunu yaparken de halihazırda “daha doğru davranışa” ulaşamadığıma göre Türklükle ilgili ve Türk kimliğiyle ilgili şimdiki Dünya gerçeklerinin pratikliğinde yine de geçerliliği ve yararlılığı olduğumu düşündüğüm bir tanımlama çabasına da girmiş olayım. (Burada gülüyor olduğumu açıklamak isterdim ama emeticon kullanmadan bu işi yazıyla yapabilme yetimi oldukça kaybetmiş olduğumu not düşerek geçeyim.)

Bir arkadaşımın “Keyfine göre tanımladığı Müslümanlığı yaşayanların Müslümanların Türkiye’sinde, Türk olup Müslüman olmamak” (başlığın kendisi başlı başına güzel bir çelişki örneği zaten) yazımla ilgili bana yönlendirdiği sorulardan biri ve ona verdiğim cevap:

S: […] Ama son anda oltaya yakalandın, onu da söylemem lazım.”Türk’üm” derken hangi Türk’ü kastettin hocam? Üç hilaldeki Türk mü, Ahmet Türk’ün soyadındaki Türk mü, Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyenindeki Türk mü?”,…Ben Türk müyüm? Türkiyeli mi desem? Annemin dedesi Gümülcine’den babamın dedesi de Kağızman’a yakın bir yerlerdenmiş sanırım. Şimdi Yunanistan var, Bulgaristan var, Ermenistan var, Gürcistan var, Rusya var. Nedir hocam bizim durum? What is a Turk?

C: Türk nedir ise çok basittir. Türk olmayı ben kendime göre tanımlayabilirim değil mi? Çünkü bir kutsal kitabı, bir peygamberi, kesin çizgileri yok. Evet aslında Türk nedir konusu da tartışılabilir, hatta ayrı bir yazı çıkabilir.

Ama şunu anlatarak bitireyim, çünkü dün gördüm çok hoşuma gitti, uygun da gidiyor. http://www.ted.com/talks/malcolm_gladwell_on_spaghetti_sauce.html 80li yıllarda Pepsi dietini çıkaracak bir adama gidip aspartam oranını belirlemesini istiyorlar, o da üzerinde çalışıyor işte Pepsi’nin koyduğu kurallar çerçevesinde %8 ile %12 arasında olması gerekiyor. 8.1’den başlıyor 12ye kadar bir sürü örnek çıkarıyor denetiyor insanlara. Ondan sonra bir sürü insanın cevabından en çok tercih edileni bulmaya çalışıyorlar ama böyle bir data yok. Pepsi de diyor ki ortadan gidelim, %10 olsun işte. Sonraları, 80li yılların başında Amerika’da tek tip bir domates sosu var. İtalya’dan gelen sos. Çünkü domates sosunu popüler yapan o. Campbells geliyor diyor ki bize en doğru domates sosunu bul. Ama bu sefer Howard Moskowitz tecrübeli, diyor ki tek gerçek bir domates sosu yoktur. Çünkü tek bir zevk yoktur. Değişik bir sürü domates sosu yaptırıyor mutfağa, denetiyor. Sonunda düz, baharatlı ve domates parçalı üç sos çıkıyor. Firmanın 35 yıldır yapmakta olduğu fokus gruplarda bir kez bile olsun ben domates parçacıklı sos istiyorum diyen olmamış. Ürünü çıkarıyorlar. 80li yılların değil, bugüne kadar en çok kazandıran ürünlerden biri oluyor. Bugünkü değişik ürünlere, ürün çeşitliliğini buna borçlu olabilirmişiz.

Benim buradan çıkardığım sonuç, tek bir Türk tanımı yapmaya çalışırsak zaten yanlış yapacağımızdır. Bir sürü Türk çeşidi vardır, ama hepsi Türk’tür.