Mesajlar Etiketlendi ‘ilişki’

Sorun: Kendiniz saçma, gereksiz, zekice yapılmayan, iyi planlanmamış, getirdikleriyle karşılaştırıldığından aşırı zahmetli, mantıksız, doğru ve ahlaki bulmadığınız, tercih etmediğiniz bazı işlerden kaçarken sırf arkadaşınız ya da sevdiğiniz için bu işleri yapmak zorunda kalmanız. Arkadaşınızı kendi düşünce şeklinizle bu işi yapmamaya ikna edememeniz.

Örnekler:

Kendiniz eşyalarınızı insan gibi kargoya verirken arkadaşınızın “Ya, İstanbul’a birlikte gidelim mi? Bu arada benim götürmem gereken eşyalarım vardı, üç büyük bavul, birini sen alırsın artık” gibi basit bir örnekten başlayabiliriz.

Siz faturaları internetten öderken arkadaşınız bilmediği ya da “ben o internete güvenmiyorum arkadaşçılığından” ya da “ya ben böyle alışkınım sorun değilciliğinden” bankaya gitmesi ve sizi de oraya sürüklemesi gibi birçok orta dereceli örnekle konuyu genişletebiliriz.

Sıkıcı arkadaşlarına ya da akrabalarına açık olamadığı ya da yalan söyleyemediği için sizi garip ve sıkıcı toplantılara sürüklemesinden ve “bir kere söz vermiş bulundum” gibi bahanelerinden bahsedebiliriz.

Ortak tanıdığınız bir insanla yüzleşemediği için bir yalanı yaşamaya devam etmesi ve sizi de bu yalanı yaşamaya zorlaması gibi bir örnek de dahil edebiliriz. Mesela kendi sevgilisine saçma bir şeyi yapmaması ya da söylememesini söyleyemediği  için sizden de “ya idare ediver” istemine girmesi.

Sevmediğiniz veya basitçe sıkıcı bulduğunuz bir insanı devamlı olarak size haber vermeden çağırması veya siz yanındayken çağırması ya da sizi onların yanına çaktırmadan sürüklemesini de örnekler arasına alabiliriz.

Kız arkadaşına sürpriz yapmak için ve on dakika yanında olmak için size 5 saatlik bir yolculuk yaptırmasını da absürt ve saçma örneklere ekleyebiliriz.

“Aslında benim işim değil ama şirketteki kimse yapmadığı için ben yapmak zorunda kalıyorum” deyip eve getirdiği işi yapabilmek için sizden yardım istemesi gibi bir örnek daha verebiliriz.

Mesela siz arabanızın ne kadar temiz olduğuyla o kadar ilgilenmezken onun inatla sizi 1 saatlik araba yıkama seanslarına sık sık sürüklemesi, hatta arabayı sık sık kendi yıkaması ve sizi de bu işleme katılmaya zorlaması gibi tercihe dayalı – ama pek de çevreci olmayan – bir işe sürüklemesi ile örnek çeşitlerini artırabiliriz.

Sırf bedava doğum günü keki için garsona yalan söyletmesi gibi örneklerle biraz daha ahlaki konulardan bahsedebiliriz.

Sizi beraber uyuşturucu kullanmaya teşvik etmesi kadar ekstrem örneklere götürebiliriz.

Eminim herkesin her bir değişik arkadaşıyla ilgili başkasının hiç düşünemeyeceği bu şekil ‘uğraşılarla’ karşılaşmışlığı vardır.

Asıl sorun bütün bunları bize de yaptırmaya zorlaması olduğu kadar, ayrıca bazı örneklerde başka bir sorunla ortak konu oluşturduğunu da görebiliyoruz; “arkadaşınızın, sevdiğinizin saçma sapan, akılsız işlerle kendini yıpratması, kendine zarar vermesi. İnatla bunu sürdürmesi.”

Olası Çözümler:

Not: Arkadaş yerine aile bireyi ya da sevdiğiniz biri kelimeleri gelebilir.

1)     Yapmayacağım demek. Genelde olayı arkadaşlığın zedelenmesine götürür. En iyi ihtimalle karşılıklı hissedilen sevgi ve güven derecesi azalır.

2)     Yapmayacağınızı ve nedenini açık açık söylemek, af dilemek – böyle bir şeye gerek olmadığını düşünseniz ya da düşünmeseniz bile. İlk yöntemden daha fazla arkadaşlığı koruduğu düşünülse de aynı sonuçlara yol açabilir. Nedenleriniz, arkadaşınızın gerekli bulduğu bir işi gereksiz bulacağından ve arkadaşınız da bunların anlamsız nedenler olduğunu düşünebileceğinden tamamen ters tepip beklenmeyen derecede şiddetli sonuçlar yaratma ihtimali de vardır.

3)     İnatla arkadaşınızı bu gereksiz işi yapmamaya ikna etmek ama her adımda yaparsa yine de onunla birlikte yapacağınızı vurgulamak. İki olası sonuç vardır. Birincisi başarısız olup yine işi yapmak zorunda kalırsınız. Arkadaşlık üzerinde kötü etkiler bırakma ihtimali yine de vardır. Gereksiz uzun tartışmalar sırasında farklı konularda yıpranmalar görünebilir. İkinci sonuçta da arkadaşınızın sizi yapmak istememekle ve “tamam istemiyorsan yapma (iç ses: biz de seni arkadaş bilirdik)” şeklinde suçlaması ve yargılamasıyla karşılaşmanız ihtimali de vardır. Sonucu söylemeye gerek yok.

4)     Yaparken devamlı şikayet etmek, sizden nefret edecek olsa da bir daha aynı işi yapmanızı isteme ihtimali azalacaktır. Yine arkadaşlık derecesinde zedelenme olacaktır. Bunu şikayetçi olmayan bir tavırla yapmak da denebilir ama daha az sevilmekten kaçmak zordur. Üstüne üstlük bir de sevimsiz bir pozisyona düşme ihtimaliniz vardır.

5)     Gereksiz işi yaptıktan sonra ve her şey bittikten sonra arkadaşınızla mantıklı bir konuşma yapmaya çalışarak bir daha bu işi yapmamaya ikna etmeye çalışmak. Arkadaşlık üzerinde en az etkisi olan ikna çeşidi budur. Tabii en başta söz konusu işi yapmak zorunda kalırsınız. Olayın ve arkadaşınızın ciddiyetine bağlı olarak tartışmanızın fayda getirip getirmeyeceği konusu vardır. Daha ciddi konularda daha başarılı olabilir ama daha ciddi bir işe bulaşmış olmak zorunda kalırsınız. Bankaya gitmek gibi basit konularda ise basitçe “ya bakarız” şeklinde biten, bitmek zorunda kalan tartışmalara şahit olabilirsiniz.

6)     Arkadaşınızı kandırmak, manipüle etmek, yalan söylemek. Başarı şansı sizin kabiliyetinize ve şartlara bağlıdır. Sonuçları da yine aynı konulara bağlı olarak kolayca işin içinden sıyrılmadan arkadaşlığın anında bitmesine kadar geniş bir skalada olabilir. Olayın etik ve ahlaki yanı yine size kalmıştır ama böyle bir yan olduğu da inkar edilemez.

7)     Yalvarmak, işi duygusallaştırmak. Kalıcı olmayan bazı başarılı sonuçlara yol açabilir. Ama arkadaşlıkta hoş olmayan bir iz bırakır. Geri dönüp sizin kişiliğinize zarar vermesi veya sonradan böyle bir harekette bulunduğunuz için pişmanlık duymanız gibi sonuçlar yaratabilir.

8)     Arkadaşlığı bitirmek. Bu diğer bazı çözümlerin son noktası olarak da ortaya çıkar. Aşırılığı yüzünden sadece duruma bağlı olarak bir çözüm olarak düşünülebilir. Ama bir çözüm olduğu da inkar edilemez.

9)     Pazarlık yapmak. Duruma uygunsa işin bir kısmını belli bir şekilde yapmak için ya da arkadaşınızın daha önce yapmak istemediği başka bir olayda geri adım atması için kullanılabilir. Aynı işin bir daha tekrarlanmaması için söz alma gibi varyasyonları da denenebilir. Arkadaşlığa aşırı çıkarsal yaklaşılması durumunda hoş olmayan sonuçlar yaratabilir. Ahlaki sorunlar ortaya çıkarabilir.

Sonuçları, mekanizması:

Eminim bunların dışında da çözüm şekilleri vardır. Özellikle özel arkadaşlıklara ve özel tipte durumlara göre değişik şekiller ortaya çıkabilir. Ama bunların bir karması ya da biraz değişik versiyonları olma ihtimalleri çoktur. Yukarıdaki bazı çözümlerin birbirine benzemesi de bu yüzdendir.

Neredeyse hiçbir çözümün kesin olmaması ve neredeyse hepsinin hoş olmayan sonuçlarla bitmesinin nedeni olayın kendisinin yani size mantıksız, saçma veya gereksiz gelen bir işe arkadaşınız tarafından zorlanmanız gibi çirkin bir neden vardır. Ama genel olarak ve de özellikle arkadaşlıkta “İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” şeklinde bir mantık hakim olduğu ve arkadaşlık anlayışında bireysellikten ve özgürlükten uzaklaşılması nedeniyle olayın bu kısmı gözden kaçar.

Ayrıca yüzleşmeye, açıklığa dayalı kurulmamış arkadaşlıkların bu tip testlerden geçmesi de ayrıca zordur.

Birçok insan bunun çözülmesi gereken bir sorun olarak görmez. Eğer ‘gerçekten’ arkadaşınsa katlanırsın gibi düşünceler geliştirebilirler.  O yüzden…

Neden Çözülmeye Çalışılmalı?

1)     Aynı şekilde düşünemediğiniz veya düşüncelerinizi paylaşarak ve tartışarak aynı noktaya, aynı sonuca varamadığınız arkadaşlarla arkadaş kalmanız başlı başına bir sorun değil midir? Bu sorunu hiç çözmeden ya da en azından çözmeye yeltenmeden gerçek bir arkadaşlığa ulaşmak mümkün müdür? İnsanlar elbette her zaman birbirlerinden farklı tercihler ve sonuçlara ulaşacaktır ama bunlara saygı duyamazlarsa, kısaca birbirlerine birey olarak saygı duymazlarsa nasıl arkadaş kalacaklar?

2)     Arkadaşınızın gerçekten iyiliğini düşünüyorsanız, doğru ve mantıklı bildiğiniz yoldan onun da yararlanmasını istersiniz, aksi takdirde onu gerçekten seviyor musunuzdur? Eğer arkadaşlarınızdan zekaları, bilgileriyle hayatınıza katkı yapmaları size garip gelmiyorsa aslında bunun da pek farklı bir yanı yoktur. Sizden katkı almaya kapalı bir insanın aslında size ne kadar güvendiği konusu da ayrıca tartışılmalıdır.

3)     Özellikle bazı örneklerde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır; çocuğunu döven aileye, eşini döven adama bu olayın kesinlikle yanlış olduğunu bildiğiniz halde sanki bir tercih meselesiymiş gibi sessiz kalmanız gibi. Özellikle bilimsel şekilde kanıtlanabilir olan, her türlü karşılaştırmayla daha avantajlı olan yolu tercih etmeyen arkadaşınızın hareketini sadece tercih meselesi ya da kendi hayatı gibi es geçtiğinizde aslen kendi inancınızı, insanlığınızı, aklınızı es geçmiş olmaz mısınız?

4)     Bazı durumlarda sadece inançları, alışkanlıkları, bilgisizliği nedeniyle arkadaşınızın zarar görmesine göz yummamanız gerekir.

5)     Dürüstlük, kendinizle barışıklık, özsaygı, prensipler nedeniyle; kısaca kendiniz için bazı noktalarda sağlam durmanız gerekir. Sırf arkadaşınız için kendinize zarar vermeniz doğru değildir.

6)    Arkadaşınız arkadaşlığınızın değerini onun isteklerine katlanmanızla ölçüyorsa böyle bir arkadaşlığı ister misiniz?

Lisedeyken, ortaokuldayken, gençken, deli-kanlıyken kendime-arkadaşlarıma bakıp şöyle şeyler düşünürdüm: Eğer seks yapamamak dolayısıyla seks muadili eforlara ve düşüncelere harcanan vakit, beyin ve enerji başka uğraşlara kanalize olsa nasıl olurdu? Sonra yabancı filmlerde, dizilerde kolayca eşleşerek yolunu bulunan yabancı gençleri ve özellikle doksanlı yıllarda “gelişmişliklerine” gıptayla baktığımız ülkelerini görüp de Türkiye-diğer ülkeler karşılaştırması yaptığımda da kendi kendime gerekçeli kararımı verirdim: Herhalde Türkiye çok daha ileri giderdi, fırlardı, coşardı…(bu nokta herhalde tekrar düşüncelerimi kaybettiğim yere denk geliyor).

Yine düşündüğüm başka bir şey de bu verimli yılları, yine abilerimizin-ablalarımızın haline bakıp önümüzdeki verimli yılların da, büyük kısmını yine bu “ah tam düşünmeye başlamıştım ki ne oldu ben de anlamadım” haliyeti ruhiyeti içerisinde geçirdiğim ve geçireceğimdi. Nitekim çok değil işte birkaç yıl sonrasında; eskiden vız gelip tırıs geçen günlük zihinsel kavrayışların, basit algoritmik-analitik sorunların karşısında her an mallaşabilen ben, o verimli yılların geride kaldığının birinci elden tanığıyım. Yani geçmişteki verimli ben geleceğim konusunda oldukça haklıymışım.

Sadece kendi adıma konuşmak istemiyorum, arkadaşlarımı da kendimle birlikte aşağı götürmek niyetindeyim – öylesi daha az utanç verici; acaba diyorum, sekse kavuşsaydık da yine beyin acaba çoğunlukla seks-ilişki-aşk üçgeninde düşünce üretmekten ileri gidemez miydi? Bunu bilmek artık zor. Belki özgürce sevişerek büyüyen biri bizi aydınlatır.

Neyse ki o zamanlarda; şimdi de geçmişe dönüp geri bildirim yaptığımda neden sevişmenin gerçekleşmediği konusunda da kafa yorma şansım oldu. Malum seks ile ilgili düşüncelerini bitirdiğinde beyin seks ile alakalı düşüncelere de biraz olsun yer açıyordu.

Belli bir yaşlanma, bol film-kitap, ziyadesiyle çok ilişkinin derdini çoğunluk erkek ama nispeten kız perspektifinden de gözlemleme şansı bulduktan sonra vardığım başka bir karar daha var: Erkek’in manipülatif-adanmış-yalvaran-nispeten zavallı etkisi göz ardı edilemeyecek olsa da seks ve ilişkide son tahlilde karar kadınındır (seksi açık açık kullandığım için ilişkinin burada genelde seks diyemeyen insanlar tarafından kullanıldığı sevişme anlamında değil de iki insanın iletişimi ve manevi beraberliği anlamında kullanıldığının anlaşıldığını umuyorum).

Hangi filmde olduğunu hatırlamamakla birlikte, şu espri güzel bir şekilde özetler sanırım: Kadınla ilk randevusuna gelmiş erkek konunun ilk buluşmaların gergin olmasına gelmesi üzerine “ben erkeklerin neden gergin olduğunu biliyorum, çünkü biz bütün gece sonunda seks olacak mı diye düşünüyoruz ve bilinmeze yol alıyoruz, ama kadınların neden gergin olduğunu bilmiyorum; çünkü onlar gecenin sonunda ne olacağını biliyor.”

Belki benim bu karara varmamda yine Türkiye’nin boğucu “çıkmak zor, sevişmek imkansız” kültüründe ezilmiş olmam yatıyordur ve o kadar da doğru değildir.

Ancak kadınların da kafayı ne kadar ilişkilerle ve asla kabul etmeyecekleri kadar seksle bozdukları düşünülürse beyin göçünün sadece erkeklerden olmadığı kesin.

Seksin kolay olduğu bir ülkede olsak değişen ne olurdu? İşte bu apayrı bir yazı, blog, kitap konusu. “Seksin kolay olduğu hayali bir Türkiye geçmişi” üzerine yazılacak bir romanın haklarını hemen burada kendime saklıyorum. Ama gelin neden seksin kolay olmadığı üzerine düşünelim (eğer şu anda hala daha seks düşünmüyorsanız tabii).

Her zaman olduğu gibi bir erkek olarak suçu kadınlara atmama izin verin. Ne ilk ne son olacağı için bu noktanın yazının geri kalanında kaybolacağına güveniyorum.

Türkiye’de gençler özgürce sevişemez, sevişirse gizlemek zorundadır, sevişmek normal değildir. Siyasetin son on yılının göz bebeği kavramı muhafazakarlık Türkiye’de bu konuda bakidir. Yani koruma. Kızını koruma, bekaretini koruma, namusunu koruma, mahalledeki adını koruma. Yani devamlı bir muhafaza hali mevcuttur.

Şimdi gençliğimde doyasıya kullanamadığım beynimin sözde bilimselleşmesine izin vererek soruna kendi bokunu koklamakta olan köpek misali ürkek ama meraklı bir şekilde yaklaşıyorum. Tasmamı çekiştirmeyin.

Sevişmede son karar kadınındır.

Erkek hep hazırdır, en azından öyle olduğunu iddia eder.

Bu durumda Türkiye’de daha çok seksin olmamasının nedeni kadınlardır.

Kadınlar da erkekler gibi/kadar yaratıları gereği cinsel dürtülere sahiptirler, dolayısıyla sevişmek isterler.

Bu durumda kadınlar neden sevişmez?

Kadınların (kızların?) sevişmeme kararını almada bir kişisel faktörler bir de sosyal faktörler olduğunu varsayalım. (Fiziksel bir faktör düşünemiyorum, yani aklıma gelen birkaç bayağı örnek dışında.)

Sosyal faktörler herhalde üstünde daha kolay uzlaşılabilecek olanlardır: Aile baskısı. Çevre baskısı. Bekarete atfedilen önem. Belki, uygun erkeklerin de azlığı.

Bir birey olarak kadının da cinsel dürtüleri olduğunu ve bunu istediğini düşünürsek kişisel olarak sevişmeme kararı almasında fizyolojik değil duygusal nedenler olduğu kanaatine varmalıyız. Varalım. Kendisini duygusal olarak sevişmeye hazır hissetmiyor olabilir. Burada da duralım. Bir kadının nasıl hissettiğini bilmeye gençken sevişmeye ne kadar yakınlaşabildiysem ancak o kadar yakınlaşabildiğim için kadınların sevişmemek için duygusal nedenleri konusunda bundan daha fazla konuşmam katliam olacağı için burada susuyorum.

Ama mantıksal olarak çıkarım yapmaya kalkarsam, şüphesiz ki (çıkarım yapmaya kalktığım anda tüm şüphelerim son buldu) her duygusal, kişisel kararda olduğu gibi aslında sevişmemenin altında yatan kişisel nedenlerin arkasında da sosyal faktörlerin yer aldığını söylemek yersiz olmaz. Yani kadınlar sevişmemeye karar verirken sosyal faktörlerden ve kişisel faktörlerden etkileniyorlar. Ama bu kişisel faktörler de zaten ağırlıklı olarak (bir anda ağırlıklı oldu ama arayı siz yazıverin) sosyal faktörlerden etkileniyor/kaynaklanıyor.

Şimdi bu kadar yazıdan sonra asıl söylemek istediğime yaklaşıyorum. (Aslında yaklaşmadım ama devam etmeniz için böyle yazmak durumundayım.) Yazıyı yazmaya başlarken içimden çıkarmak istediğim, bünyemden atmak istediğim cümleye, düşünceye geleceğiz birazdan. Bu kadar dolaşmaya gerek var mıydı derseniz? Evet, çünkü siz bunu hak ediyorsunuz. Ama aynı zamanda bu noktada itiraf etmek de istiyorum; aşağıdaki düşünceye vardıktan sonra yazının geri kalanını ona göre dizayn ettim. Her şeyi onun için yaptım. Yani bir bakıma düşünce vardı. Sonra oraya sizi üsturuplu bir şekilde getirebilmek için nasıl bu düşünceye ulaşılabileceğinin yollarını aradım. Yani sonunda seks olacağını bildiği için gerçekten bir kıza aşık olan erkek davranışı sergiledim.

Devam edelim. Demek ki ağırlıklı olarak kadınların sevişmesini frenleyenler sosyal faktörler. En azından tartışılamayacak bilimsel yaklaşımımız (oksimoronlar bir fikri her zaman güçlendirir) bizi bu noktaya getirdi.

Peki ne oluyor, nasıl oluyor da bu sosyal faktörler kadınları frene bastırıyor. Çünkü ben gaza basmaları için gençlik yıllarımdaki uzun düşüncelerim sayesinde birçok neden buldum. En başta da şüphesiz tüm sosyal faktörleri ortadan kaldıran “toplumdan gizli sevişme” var. Sakın bu noktada gaza gelip “zavallı Cem, senin haberin yok zaten insanlar gizlice sevişiyorlardı” olayına/yalanına girmeyin. Özellikle lisede, üniversite, nispeten üniversite sonrasında bile; sevişip de bunu anlatmayacak, hadi centilmense de en azından çıtlatmayacak-ima etmeyecek erkek sayısının çok olduğunu iddia etmek durumunda kalmış olursunuz ki, bu komik. Yok biz kızlar kendi aramızda sevişiyorduk sizin haberiniz yoktu diyorsanız ayrı.

Nerede kalmıştık? Cümleye doğru gidiyoruz. Ellerindeki çeşitli olasılıklara rağmen sevişmeyi, bırakın sevişmeyi cinsel atraksiyonlarda bile bulunmayı reddeden, erteleyen, buna direnen kadınların kararının arkasında ne yatıyor?

Bu noktada Türk kızlarını daha iyi anlayabilmek ve ortak ve farklı değerleri kıyaslayabilmek açısından daha önce bahsedilen “nispeten daha rahat sevişen dünya” ve Türkiye’nin de içinde olduğunu baştan beri varsaydığımız “sevişmenin normal olmadığı dünya” adlı iki ayrı grupla karşılaştıralım.

Toplum yapıları ve seksin toplum içindeki yansıması şüphesiz farklı. Misal, bizde evli olan insanların da yaşça büyük bekar insanların da seksi gizlidir. Oysa diğer dünyanın çocukları anneleri, ablaları, amcaları, teyzelerinin sevişmesini büyüyerek izliyor. Açıkçası bu farkları fazla anlatasım yok, eğer bilmiyorsanız gidin öğrenin, gençliğimde yeterince düşünüp dertlendik (burada yine arkadaşlarımı satıyorum).

Ama sevişmeyen dünya ile ortak yapıya bakmakta fayda var. Toplum yapısı, sevişmeye bakış açısı, v.b evet. Daha önemli olan ve sadece “sevişmeyen dünya” ile değil “sevişen dünyanın” sevişmeyen çocuklarında da ortak gözlenebilen nokta ise aile etkisidir.

Malum bizde aile önemlidir. Aslında yurt dışında da önemlidir. O zaman? Bizde ailenin daha önemli zannedilmesinin nedeni “aile” kavramının hayatın çok daha önemli bir noktasına oturtulması ve kişinin oluşturulmasına izin verilmeyen bireyselliğine, kişiliğine aile dışındaki etmenlerin de sokulmasına izin verilmemesi olabilir mi? Biliyorum ilk defa ilginç bir şey söyledim (bkz. Şartlandırma) ve üzerinde çok yazmak gerekir; ama yazsam bu sefer de çok uzun olacak ve okunmayacak.

Madem ısrar ettiniz, sadece bir paragraflığına açalım konuyu o zaman… Sevişen dünyada da Türkiye’de de çocuğu aile büyütüyor ve hayatında oldukça büyük bir yer kaplıyor. Ancak toplum içinde ailelerin nasıl davrandığını gözlemleyerek bile varabileceğiniz çok basit sonuçlar var. Ve evet burada şımartmanın ve devamlı çocuğun peşinden koşmanın ötesinde sonuçlardan bahsediyorum. Bizde daha küçük bebelerden itibaren başlayarak çocuğun etrafının daha sıkı sarılması (etkileşim ve fiziksel olarak), çocuğun aile içinde mutlu/özgür olması-dışarıda limitlenmesi için elden gelenin yapılması, uğruna yapılan fedakarlıkların devamlı olarak hatırlatılarak çocuğun borçlu olduğunun hissettirilmesi, hayatta hayırlı evlat olmaktan daha üst hiçbir mertebe olamayacağının devamlı olarak altının çizilmesi… Bu gözlemler; toplumun da bireysellikten uzak kollektivist bir yapıya sahip olması, bir cemaat-grup’a ait olmanın gereklilik ötesi olarak gösterilmesi ile birleştirildiğinde yukarıdaki önerimi destekleyecek bir cevabın temelleri atılabilir.

Aile etkisinin sevişmeme kararında en önemli etmen olduğunu kanıtlayamadıysak da en azından güçlü bir teori/öneri olarak ortaya koyduğumuz sanısıyla bir adım daha atalım. Nasıl oluyor?

Ama buna gelmeden önce “Ne güzel seks konuşuyorduk neden olay birden bireysellik falan oldu” diyenlerden özür dileyeyim. Dediğim gibi amacım bir düşünceye varmak. Ama demediğim aslında bunun bir düşünce değil, kafamı kurcalayan bir soru olduğu. O yüzden mümkün olduğunca seks/sevişme kelimelerini tekrarlayarak sizi yazıda buraya kadar tuttum.

Toplum zaten ailelerden oluşuyor. Yani az önce sosyal faktörlerde sıralanan oluşumlar aslında ailelerin tekil değer/davranışlarının birleşiminden meydana geliyor. Ama tabii ki her aile birbirine benzer düşünmüyor. Ama her aile içinde yaşadığı toplumdan da doğrudan etkileniyor. Bu durumda ortaya ailenin ya kendi düşüncelerinden (ki bu ailelerin de zaten yine bu toplumda içinde büyüyen fertlerden oluştuğunu da düşünürsek) ya da içinde yaşadığı toplumun etkilerinden, en doğrusu da ikisinin etkleşiminden dolayı oluşturulan “sekse karşı bir duruş” ortaya çıkıyor. (Karşı esprisi doğal olarak oluşmuştur.)

Sonra çok daha evrensel bir durum etkiye giriyor; her aile kızlarının iyiliğini istiyor. Bütün bunların sonucunda da bu toplumun içine salacakları kızlarına direkt olarak demeseler de, ki emin olun sadece çok küçük bir yüzde direkt olarak demiyor, sevişmeden önce iyice düşünmelerini, beklemelerini, çok dikkatli olmalarını, etrafından gelebilecek tepkilere karşı haberli olmalarını öğütlüyorlar/hissettiriyorlar/yönlendiriyorlar.

Araya kısa bir hatırlatma; aslında bunların hepsini “sevişmenin daha kolay olduğu dünyadaki” aileler de yapıyor, ama önemli fark ‘ailenin öneminin’ farklı olması.

Peki Cem Yılmaz’ın son derece bilimsel bir şekilde ortaya koyduğu gibi doğal olarak yalan söylemekte usta olan, ailelerine birçok konuda karşı gelebilen, gerektiğinde hayatlarını gizleyen, içgüdüsel cinsel dürtülerinin etkisi altında olan, Türkiye’de kendisiyle sevişmek isteyen bol erkek seçeneğini bulmakta yurt dışındaki akranlarına göre çok daha az sıkıntı çeken ve her zaman için gizlice sevişme/cinsellik yaşama opsiyonunu elinde bulunduran bu kızları sevişmemeye iten en önemli etken olan aile etkisi nasıl çalışıyor? Sevişmemeyi geçtim herhangi bir atraksiyondan uzak durmaya neden olan aile etkisi nasıl çalışıyor?

Aileler kızlarını o kadar çok seviyor ve kızlar da ailelerini o kadar çok seviyor ki onları üzmemek için mi sevişmiyorlar?

Aileler kızlarının üstünde o kadar etkili ve onları o kadar korkutuyorlar ki bu kızlar sevişemiyorlar mı?

Aileler kızlarını öyle bir ikna ediyorlar ki kızlar da sonunda sevişmemenin gerçekten daha doğru/daha normal olduğu kararına mı varıyor?

Artist artist yazıp da sonunda aydınlatıcı bir bulguyla ortaya çıkacağımı sanmadınız ya? Evet, bu yazıyı sadece bu soru-acabaları sistemimden kusayım diye yazdım. Varsa cevabı, fikri olan beri gelsin.

Not: Ee evladım bir kıza sorsaydın ya direkt diyen arkadaşlara sorarım, sizce onlar biliyor mu? (Yoksa biliyorlar mı?!) İşte buradan sormuş oldum. Zaten herkes cevabı kendine verse bile yeter (yetmez) bana.

 

Neden alkol kullandığımı hiç sorgulamadım. Misal hayatımda sadece bir kere sigara içtim, o da daha geçen sene birisi ben daha ne olduğunu fark etmeden ağzıma koydu, ben de eh artık zamanı gelmişti deyip bir nefes çektim. Budur.

Ama alkolü sigara gibi sorgulamadım. Ortaokul mu lise mi hatırlamıyorum bile, ilk fırsatta denedim. Tadı hoşuma gitmedi, etkisi fena değildi, muhabbeti daha hoştu. Birçok insandan tadını sevmediğim için içmiyorum diye duydum sonradan, şaşırdım.

Sonra alkollü ortamlarda birçok insan tanıdım. Ya da tanıdığım insanları alkollüyken tanıma fırsatı buldum. Alkollüyken insanların nasıl gevşediğini, nasıl açıldığını, nasıl normalleştiğini ve en önemlisi nasıl bana kendilerini gösterdiklerini gördüm. Bunda utanılacak bir şey yoktu, ben de alkol içtim kendimi gösterdim, rahatladım.Hep kendimi kendime saklamamın bir anlamı yoktu. Onlar beni görünce ben de onlarda kendimi gördüm. Kendimi de tanıma şansı buldum.

Kendimin de koca bünyemin elverdiği etkide alkolden etkilendiğinde daha ilginç biri olduğunu görmedim değil. İlginç olaylara gebe olduğu kesin. Yüzlerce alkollü oluşuma katıldıktan sonra; şöyle bir izlenim sahibi oldum: Alkol ortamı güzelleştirir, gergin olanları çözer, muhabbeti açar – sınırlı konulardan sıkıcı tekrarlardan çıkmasını sağlar. Aklı başında insanla içersen bir zararı da olmaz. Aklı başında olmayan adamın alkol almadığında da neler yaptığını görünce zaten bu kısım hesaba bile katılmaz.

Kullanmayanıyla da alkolsüz ortamlarda da en az alkollüsünde olduğu kadar güzel anı yaptım. İkisinde de çok güzel insanlar tanıdım. Pek düşünmedim. Ben alkol içmiyorum diyen insanlara bir saniyeliğine şaşırıp devam ettim.

Garip yerlerde yetişmiş olmalıyım ki sadece bir kaç kez neden alkol kullanıyorsun, zararlı-tehlikeli-kontrolünü kaybetmene yol açar diyenine denk geldim. Cevaplamaya çalıştım. Bazen karşıdakine kendisinin yapmakta olduğu yüzlerce zararı hatırlattım, bazen neden bu kadar güzel olduğunu, bazen de kontrolün asla kaybedilemeyeceğini onun kaybettiğini zannettiğinin ‘her şeyi kontrol edebildiğimiz yanılgısı’ olduğunu söyledim.

Arada bir ben de dayanamadım “Neden kullanmıyorsun ki?” diye sordum. Sonuçta merak ettim. Ben kullanıyorum o kullanmıyor, neden ola ki dedim. İlginç cevaplar aldım. Midesi bulanandan, dini sebeplere, beni çarpıyordan, saçma sapan davranıyoruma, kontrolün hep bende olmasını istiyorumdan, alkol alırsam yapacaklarımdan korkuyoruma kadar bir sürü sebep duydum. İstisnasız hepsine hak verdim.

Şimdi gazetede okuyorum ki Türkiye’de her 100 kadından 3’ü alkol kullanıyormuş, 3’ü de arada bir kullanıyormuş ya da bir dönem kullanmış.

Kafamda canlandırdım alkol kullanan kadın, alkol kullanmayan kadın. Kullanmayanlara bildiğim nedenleri verdim, hayal ettim. Yanıma koydum. Yanında alkol içtim. O içmedi. Diğeri içti. Bilemedim.

Bir insan birlikte olacağı insanın alkol kullanıp kullanmamasına göre karar verir mi? Garip geliyor değil mi? Sığ sanki. Bir insan alkol alıp almamasına göre değerlendirilmemeli. Değerlendirilmez de zaten.

Ee ama birlikte olacağımız insanı aslında değerlendirmememiz gereken o kadar çok şeye göre değerlendiriyoruz ya. Dinlediği müzik, dini, oy verdiği parti, eğitimi, şehri, arkadaşları, çevresi, işi, parası, ailesi, saç rengi, boyu, kilosu, hastalıkları, engelleri, eski sevgilileri, konuşması, ses tonu… Ya alkol de bunlardan biriyse?

Eğer öyle zaten diyorsan, başla hesaba;

Türkiye’nin yarısı kadın olsa böl sekseni ikiye.

Belli yaş aralıklarını çıkar, artık kendi zevkine, yaşına göre. E bir de yasalara göre bir zahmet.

Evlenmişleri, başkalarıyla birlikte olanları çıkar. Akrabaları da çıkar diye tavsiye ederim.

En sonunda bu rakamı da yüze böl altı ile çarp.

Eh, bundan sonra varsa kendi kriterlerin ekle tabii.

Ne kaldı?

Aynı habere göre de 100 erkekten 19’u kullanıyormuş, 17’si de arada bir. Kadınlar da aynı soruyu sorar. Bir de üstüne ekle kocası/erkek arkadaşı içmiyor bu yanında içiyorcuları. Bir de ekle; ben içmiyorum senin de içmeni istemiyorumcuları. Belki daha zor.

Belki bir dahaki sefere alkol içen birine denk gelirsen, başka bir gözle bakarsın. Daha bir sevgiyle, hoşgörüyle. İlgiyle.

Eğer alkol içmiyorsan ve de içmeyeni arıyorsan da, tebrikler doğru ülkedesin. En azından istatistiki olarak…