Mesajlar Etiketlendi ‘tartışma’

Sorun: Kendiniz saçma, gereksiz, zekice yapılmayan, iyi planlanmamış, getirdikleriyle karşılaştırıldığından aşırı zahmetli, mantıksız, doğru ve ahlaki bulmadığınız, tercih etmediğiniz bazı işlerden kaçarken sırf arkadaşınız ya da sevdiğiniz için bu işleri yapmak zorunda kalmanız. Arkadaşınızı kendi düşünce şeklinizle bu işi yapmamaya ikna edememeniz.

Örnekler:

Kendiniz eşyalarınızı insan gibi kargoya verirken arkadaşınızın “Ya, İstanbul’a birlikte gidelim mi? Bu arada benim götürmem gereken eşyalarım vardı, üç büyük bavul, birini sen alırsın artık” gibi basit bir örnekten başlayabiliriz.

Siz faturaları internetten öderken arkadaşınız bilmediği ya da “ben o internete güvenmiyorum arkadaşçılığından” ya da “ya ben böyle alışkınım sorun değilciliğinden” bankaya gitmesi ve sizi de oraya sürüklemesi gibi birçok orta dereceli örnekle konuyu genişletebiliriz.

Sıkıcı arkadaşlarına ya da akrabalarına açık olamadığı ya da yalan söyleyemediği için sizi garip ve sıkıcı toplantılara sürüklemesinden ve “bir kere söz vermiş bulundum” gibi bahanelerinden bahsedebiliriz.

Ortak tanıdığınız bir insanla yüzleşemediği için bir yalanı yaşamaya devam etmesi ve sizi de bu yalanı yaşamaya zorlaması gibi bir örnek de dahil edebiliriz. Mesela kendi sevgilisine saçma bir şeyi yapmaması ya da söylememesini söyleyemediği  için sizden de “ya idare ediver” istemine girmesi.

Sevmediğiniz veya basitçe sıkıcı bulduğunuz bir insanı devamlı olarak size haber vermeden çağırması veya siz yanındayken çağırması ya da sizi onların yanına çaktırmadan sürüklemesini de örnekler arasına alabiliriz.

Kız arkadaşına sürpriz yapmak için ve on dakika yanında olmak için size 5 saatlik bir yolculuk yaptırmasını da absürt ve saçma örneklere ekleyebiliriz.

“Aslında benim işim değil ama şirketteki kimse yapmadığı için ben yapmak zorunda kalıyorum” deyip eve getirdiği işi yapabilmek için sizden yardım istemesi gibi bir örnek daha verebiliriz.

Mesela siz arabanızın ne kadar temiz olduğuyla o kadar ilgilenmezken onun inatla sizi 1 saatlik araba yıkama seanslarına sık sık sürüklemesi, hatta arabayı sık sık kendi yıkaması ve sizi de bu işleme katılmaya zorlaması gibi tercihe dayalı – ama pek de çevreci olmayan – bir işe sürüklemesi ile örnek çeşitlerini artırabiliriz.

Sırf bedava doğum günü keki için garsona yalan söyletmesi gibi örneklerle biraz daha ahlaki konulardan bahsedebiliriz.

Sizi beraber uyuşturucu kullanmaya teşvik etmesi kadar ekstrem örneklere götürebiliriz.

Eminim herkesin her bir değişik arkadaşıyla ilgili başkasının hiç düşünemeyeceği bu şekil ‘uğraşılarla’ karşılaşmışlığı vardır.

Asıl sorun bütün bunları bize de yaptırmaya zorlaması olduğu kadar, ayrıca bazı örneklerde başka bir sorunla ortak konu oluşturduğunu da görebiliyoruz; “arkadaşınızın, sevdiğinizin saçma sapan, akılsız işlerle kendini yıpratması, kendine zarar vermesi. İnatla bunu sürdürmesi.”

Olası Çözümler:

Not: Arkadaş yerine aile bireyi ya da sevdiğiniz biri kelimeleri gelebilir.

1)     Yapmayacağım demek. Genelde olayı arkadaşlığın zedelenmesine götürür. En iyi ihtimalle karşılıklı hissedilen sevgi ve güven derecesi azalır.

2)     Yapmayacağınızı ve nedenini açık açık söylemek, af dilemek – böyle bir şeye gerek olmadığını düşünseniz ya da düşünmeseniz bile. İlk yöntemden daha fazla arkadaşlığı koruduğu düşünülse de aynı sonuçlara yol açabilir. Nedenleriniz, arkadaşınızın gerekli bulduğu bir işi gereksiz bulacağından ve arkadaşınız da bunların anlamsız nedenler olduğunu düşünebileceğinden tamamen ters tepip beklenmeyen derecede şiddetli sonuçlar yaratma ihtimali de vardır.

3)     İnatla arkadaşınızı bu gereksiz işi yapmamaya ikna etmek ama her adımda yaparsa yine de onunla birlikte yapacağınızı vurgulamak. İki olası sonuç vardır. Birincisi başarısız olup yine işi yapmak zorunda kalırsınız. Arkadaşlık üzerinde kötü etkiler bırakma ihtimali yine de vardır. Gereksiz uzun tartışmalar sırasında farklı konularda yıpranmalar görünebilir. İkinci sonuçta da arkadaşınızın sizi yapmak istememekle ve “tamam istemiyorsan yapma (iç ses: biz de seni arkadaş bilirdik)” şeklinde suçlaması ve yargılamasıyla karşılaşmanız ihtimali de vardır. Sonucu söylemeye gerek yok.

4)     Yaparken devamlı şikayet etmek, sizden nefret edecek olsa da bir daha aynı işi yapmanızı isteme ihtimali azalacaktır. Yine arkadaşlık derecesinde zedelenme olacaktır. Bunu şikayetçi olmayan bir tavırla yapmak da denebilir ama daha az sevilmekten kaçmak zordur. Üstüne üstlük bir de sevimsiz bir pozisyona düşme ihtimaliniz vardır.

5)     Gereksiz işi yaptıktan sonra ve her şey bittikten sonra arkadaşınızla mantıklı bir konuşma yapmaya çalışarak bir daha bu işi yapmamaya ikna etmeye çalışmak. Arkadaşlık üzerinde en az etkisi olan ikna çeşidi budur. Tabii en başta söz konusu işi yapmak zorunda kalırsınız. Olayın ve arkadaşınızın ciddiyetine bağlı olarak tartışmanızın fayda getirip getirmeyeceği konusu vardır. Daha ciddi konularda daha başarılı olabilir ama daha ciddi bir işe bulaşmış olmak zorunda kalırsınız. Bankaya gitmek gibi basit konularda ise basitçe “ya bakarız” şeklinde biten, bitmek zorunda kalan tartışmalara şahit olabilirsiniz.

6)     Arkadaşınızı kandırmak, manipüle etmek, yalan söylemek. Başarı şansı sizin kabiliyetinize ve şartlara bağlıdır. Sonuçları da yine aynı konulara bağlı olarak kolayca işin içinden sıyrılmadan arkadaşlığın anında bitmesine kadar geniş bir skalada olabilir. Olayın etik ve ahlaki yanı yine size kalmıştır ama böyle bir yan olduğu da inkar edilemez.

7)     Yalvarmak, işi duygusallaştırmak. Kalıcı olmayan bazı başarılı sonuçlara yol açabilir. Ama arkadaşlıkta hoş olmayan bir iz bırakır. Geri dönüp sizin kişiliğinize zarar vermesi veya sonradan böyle bir harekette bulunduğunuz için pişmanlık duymanız gibi sonuçlar yaratabilir.

8)     Arkadaşlığı bitirmek. Bu diğer bazı çözümlerin son noktası olarak da ortaya çıkar. Aşırılığı yüzünden sadece duruma bağlı olarak bir çözüm olarak düşünülebilir. Ama bir çözüm olduğu da inkar edilemez.

9)     Pazarlık yapmak. Duruma uygunsa işin bir kısmını belli bir şekilde yapmak için ya da arkadaşınızın daha önce yapmak istemediği başka bir olayda geri adım atması için kullanılabilir. Aynı işin bir daha tekrarlanmaması için söz alma gibi varyasyonları da denenebilir. Arkadaşlığa aşırı çıkarsal yaklaşılması durumunda hoş olmayan sonuçlar yaratabilir. Ahlaki sorunlar ortaya çıkarabilir.

Sonuçları, mekanizması:

Eminim bunların dışında da çözüm şekilleri vardır. Özellikle özel arkadaşlıklara ve özel tipte durumlara göre değişik şekiller ortaya çıkabilir. Ama bunların bir karması ya da biraz değişik versiyonları olma ihtimalleri çoktur. Yukarıdaki bazı çözümlerin birbirine benzemesi de bu yüzdendir.

Neredeyse hiçbir çözümün kesin olmaması ve neredeyse hepsinin hoş olmayan sonuçlarla bitmesinin nedeni olayın kendisinin yani size mantıksız, saçma veya gereksiz gelen bir işe arkadaşınız tarafından zorlanmanız gibi çirkin bir neden vardır. Ama genel olarak ve de özellikle arkadaşlıkta “İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” şeklinde bir mantık hakim olduğu ve arkadaşlık anlayışında bireysellikten ve özgürlükten uzaklaşılması nedeniyle olayın bu kısmı gözden kaçar.

Ayrıca yüzleşmeye, açıklığa dayalı kurulmamış arkadaşlıkların bu tip testlerden geçmesi de ayrıca zordur.

Birçok insan bunun çözülmesi gereken bir sorun olarak görmez. Eğer ‘gerçekten’ arkadaşınsa katlanırsın gibi düşünceler geliştirebilirler.  O yüzden…

Neden Çözülmeye Çalışılmalı?

1)     Aynı şekilde düşünemediğiniz veya düşüncelerinizi paylaşarak ve tartışarak aynı noktaya, aynı sonuca varamadığınız arkadaşlarla arkadaş kalmanız başlı başına bir sorun değil midir? Bu sorunu hiç çözmeden ya da en azından çözmeye yeltenmeden gerçek bir arkadaşlığa ulaşmak mümkün müdür? İnsanlar elbette her zaman birbirlerinden farklı tercihler ve sonuçlara ulaşacaktır ama bunlara saygı duyamazlarsa, kısaca birbirlerine birey olarak saygı duymazlarsa nasıl arkadaş kalacaklar?

2)     Arkadaşınızın gerçekten iyiliğini düşünüyorsanız, doğru ve mantıklı bildiğiniz yoldan onun da yararlanmasını istersiniz, aksi takdirde onu gerçekten seviyor musunuzdur? Eğer arkadaşlarınızdan zekaları, bilgileriyle hayatınıza katkı yapmaları size garip gelmiyorsa aslında bunun da pek farklı bir yanı yoktur. Sizden katkı almaya kapalı bir insanın aslında size ne kadar güvendiği konusu da ayrıca tartışılmalıdır.

3)     Özellikle bazı örneklerde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır; çocuğunu döven aileye, eşini döven adama bu olayın kesinlikle yanlış olduğunu bildiğiniz halde sanki bir tercih meselesiymiş gibi sessiz kalmanız gibi. Özellikle bilimsel şekilde kanıtlanabilir olan, her türlü karşılaştırmayla daha avantajlı olan yolu tercih etmeyen arkadaşınızın hareketini sadece tercih meselesi ya da kendi hayatı gibi es geçtiğinizde aslen kendi inancınızı, insanlığınızı, aklınızı es geçmiş olmaz mısınız?

4)     Bazı durumlarda sadece inançları, alışkanlıkları, bilgisizliği nedeniyle arkadaşınızın zarar görmesine göz yummamanız gerekir.

5)     Dürüstlük, kendinizle barışıklık, özsaygı, prensipler nedeniyle; kısaca kendiniz için bazı noktalarda sağlam durmanız gerekir. Sırf arkadaşınız için kendinize zarar vermeniz doğru değildir.

6)    Arkadaşınız arkadaşlığınızın değerini onun isteklerine katlanmanızla ölçüyorsa böyle bir arkadaşlığı ister misiniz?

Politika yapmayan birisi olarak politikayla ilgili bir görüş bildirdiğimde bile bana nasıl politika yaptırılmıyor, anlatayım. Ama daha önemlisi Türkiye’de politikanın, ama daha önemlisi gençlerin – o çok apolitik olmakla nitelenen gençlerin – neden politika yapamadığına dair belki bir fikir ortaya atmayı deneyeyim.

Öncelikle çok basit bir gerçek tespitiyle başlayalım. Her politik fikir uygulanmak için değildir. Politika bir ülkenin, daha doğrusu devletin, nasıl yönetileceği ve bunu hangi yolla yapacağının düzenlenmesidir. O devleti yöneten, ama aynı zamanda demokratik, parlementer toplumda olmamızdan ileri gelen bir şekilde o devlet tarafından yönetilen herkesin politik fikirlerinin çarpışması, entegre olması ve bir noktada uzlaşması ile ortaya çıkar.

Politik olmak da bilfiil politika yapmaktan farklıdır. Politik olmak devletin nasıl yöneticiliğiyle ilgili fikir belirtmeyi içerir.

Politik olmaya ilk darbe de burada gelir. Politik fikriniz hemen birebir bir politika önerisi olması gerekirmiş gibi davranılır. Tartışılmaz, karşı tez sunulmaz, nerelerde eksik kaldığı açıklanmaz ama sadece neden çalışmayacağı işlenir. Bu aslında Türkiye’de ortaya atılan çoğu fikir ya da ortaya çıkarılan her türlü yenilikle ilgili böyledir ama politikada daha kanıksanmıştır.

En önemlisi ve en sık rastlananı politik fikrinizi günün politik yapısı üzerine bina etmeniz beklentisidir. Kısaca sizin politik fikrinizi doğrular, ahlak, adalet veya prensipler üzerine inşa etmeniz mümkün değildir. ‘İdealist’ olmakla ‘suçlanırsınız’. Bu iki kelime de tırnak içine giriyorsa nedeni özündeki anlamlarında kullanılmalarına rağmen absürt bir biçim almalarıdır. Politik olmaya çalışan birisine idealist olduğunu söyleyerek yanlış yaptığını söylemek ne demektir?

Ama aslında öyle denilmek istenmiyor diyenler olacaktır. Denen gerçekçi olmaması, uygulanabilir olmaması. Çok garip. Uygulamayı iyileştirmek için, yani daha iyiye gitmek için mümkün olan en iyiyi, en ideali belirleyip yönümüzü buna çevirmemiz ve ondan sonra uygulanabilecek olanı bulup ona göre hareket etmemiz gerekmez mi? İyiyi bilmeden, iyiye gitmenin bir yolu var mıdır?

Zaten uygulanan ile ilk aşamada hemen uygulanabilir olanı yaparak ne kadar yol kat edilebilir?

Genellikle bu itiraz şeklinin bir devamı da şudur; bu yapılamaz. Yapılabilir olup olmamasıyla ilgilenmesi beklenmeyen ve politik olan ama politika yapmayan iki kişinin konuşmasında yapılabilirliğin tartışılmasının amacı nedir? Bu iki kişi yapılabilirlik konusunda ne kadar bilgiye sahiptir? Ama daha önemlisi neden ikisi zamanlarını politik doğruya ulaşmak için tartışmak yerine politikaların uygulanabilirliğinin tartışmasında boğulmaktadır?

Aynı mantıkla çok sık sarf edilen bir başka söz de ‘Halkın buna hazır olmamasıdır.’ İlginç, halktan birisi bu fikri ortaya atıyor. Anlaşılan o ki senin bu politik fikre yine halktan birisi olarak önemli bir itirazın yok; ama bu konuşmayı ilerletmek amacıyla tartışmak yerine çok büyük bir insan kesiminin neye hazır olup olmadığı hakkında yorum yaparak, ya da fikrin önemini bu açıdan değerlendirerek zamanını geçirmeyi tercih ediyorsun.

Eğer sen, halktan birisi, ve fikri ortaya atan, yine halktan birisi, bu fikri tartışıp, sahiplenip, desteklerse; ve bunu halktan başkalarıyla konuşursa… Yani bir halkın bir politik fikre hazır hale gelmesinin başka bir yolu var mıdır?

Her zaman çok önemli olduğu vurgulanan ve Türkiye’nin en önemli sorunu cevaplanırken ilk heyecan anıyla gündemdeki madde (artık terör, ekonomi, o anda her neyse) es geçilebilirse genelde aslen ilk cevap olan eğitim ne içindir? Eğitimle insanları doğultan sahip oldukları zeka seviyesinin çok da yukarılarına taşımak mümkün olmadığına, ve eğitimle bir büyülü dokunuşla bütün bu insanların kendi kendilerine en doğru politik fikre aynı anda, ortak bir şekilde varması beklenemeyeceğine göre; eğitimin bir bakıma asıl amacı kişiye görüşlerin, düşüncelerin, bilgilerin aktarılması değil midir? Ve politika söz konusu olduğunda en doğruyu, en ideali nedeniyle birlikte tartışmak, ama en önemlisi bu en doğruyu bulana kadar tartışmak asıl eğitim değil midir?

Ve insanlar ancak idealist politikalar üzerinde, inat edilmeden yapılan tartışmaların sonucunda ilk anda uygulanabilirden daha ötede; daha iyiye, daha güzele yakın bir politikaya ‘hazır’ hale gelmez mi?

Bir de politik fikirler düşünülürken üretilen kavramlar için değeri açısından sorgulanması vardır. Yani bu ‘Türkiye’ için önemli, kendin için önemli, ailen için önemli, bu solcular için önemli, bu Kürtler için önemli diye uzayıp giden bir liste sunulur önünüze; arasından politikanıza bir neden seçmeniz beklenir. Çünkü politika kavramını tartışmanız bile çoğunlukla aynı yukarıda olduğu şekilde engellenir. Yani politika neden önemlidir bu da tartışılmaz. Kamplar önemlidir. Oysa politika kampların oyun kazanma alanı değildir, yani özünde değildir. Politika devletin nasıl yönetileceği, dolayısıyla o devlet altında yaşayan herkesin nasıl yaşayacağıdır. Bu yüzden politika o insanlar içindir. Hepsi içindir. Aynı anda, aynı konuda, hepsi içindir.

Özellikle de yeni nesillerin hayatın geri kalanında en politik hareket eden nesiller olduğunu düşününce bütün bu politika tartışamama açmazı biraz daha iğreti durmuyor mu? Herkes günde onlarca konuda kamuya açık bir şekilde taraf oluyor; en iyi oyuncu, en iyi takım, en iyi film, en iyi yazar, en iyi gazete, en komik stand-upçı, en iyi telefon, en iyi araba, en güzel model, en seksi şarkıcı…yetmiyor açıktan açığa bütün duruşlarını herkese ilan ediyor ben buraya giderim, bu insanlarla takılırım, bu gibi insanlarla böyle fotoğraf çektiririm, okulum budur, şehrim şudur, burada yaşarım, böyle giyinirim, bunu severim, şu anda üzgün hissediyorum, artık iyi hissediyorum, buna aşığım, onunla artık çıkmıyorum…24 saat, 7 gün yaptığı şekilde herkese en politik duruşunu sergilemeye hazır bu insanların, geleneksel anlamdaki politikadan uzak tutulmasına – sadece gelenekleşmiş ve kanıksanmış politik tartışmaların alışılmış ve yüzlerce kez dile getirilmiş politik taraflarından birini, bu tarafın önceki çizgisinden ayrılmasına hiç izin vermeden, tekrar etmesinden başka hiçbir şans bırakılmamasına aklınız eriyor mu? Bu işte bir anormallik sizin de gözünüze çarpmıyor mu?

Yine de en komiği, en acısı basit komplo teorileriyle veya pesimist ve realist olduğunu öne sürerken realizmden oldukça uzak olan karşı atak cümleleri vardır bir de politika tartışmanızı önleyen:

Bırak bu halktan adam olmaz…

Dış güçler (İsrail, Yahudiler, Avrupa, Amerika) ne isterse o olur, boşuna tartışma.

İdealist düşünceler bunlar genç, burası Türkiye burada öyle şeyler olmaz.

Kim güçlüyse, kim iktidardaysa onun dediği olur, sen ne söylesen boş.

Politika düşünmemeniz ve konuşmamanız ve tartışmamanız için ortaya atılan bütün bu nedenlere, metotlara bakınca ne düşünüyorsunuz? Sorun politik ya da apolitik olmaktan da öte basit bir alışkanlığın, basit ve bir İNANCIN iklimi ele geçirmiş olması değil mi? Yani rasyonel bir olayı; hayatınızın ve değer verdiğiniz insanların hayatının nasıl olacağıyla ilgili tartışmanızı önlemek için rasyonaliteye dayanmayan bu inançlara sığınılması biraz korkutucu, değil mi?

Hepiniz daha önce bir şekilde, bir yerde birilerine bu yapılamaz, buna halk hazır değil, keşke olsa ama olmaz demediniz mi? Birisini gerçekçi olmamakla eleştirmediniz mi? Konuşmayı orada kesmediniz mi, başka konularda sonuna kadar ateşli tartışmalar yapmak için konuyu değiştirmediniz mi?

Hepiniz bir ara, bir noktada nesildaşlarınızın veya başka insanların apolitik olduklarıyla ilgili, bunun kötü de olduğunu ima ederek, görüş bildirmediniz mi?

Yoksa bunu tek yapan ben miyim? Tabii bir de bana geçmişte (kim bilir belki de istisnai bir şekilde) bu sözleri söylemiş olanlar mı?

Yoksa bütün bunlar sadece farkına varmamızla düzeltilebilecek bir kötü alışkanlıklar yığını mı?

Dünyada toplamda 13-14 milyon Yahudi olduğunu biliyor muydunuz? Ben ilk duyduğumda şaşırmıştım. Bazen insan neden-sonuç ilişkisi sınırlaması içinde düşününce şu sonuca varmadan edemiyor: Bu kadar az insanla bu kadar büyük gürültü koparabildiklerine göre ya genetik olarak çok kabiliyetli insanlardan oluşuyor olmalılar ya da dinlerinde onları üstün kılan bir yan olmalı.

Tabii ki bunun hiçbir doğru yanı yok.

Ama yine de, kaç kere bir karanlık planın, bir çirkinliğin arkasında Yahudilerin veya İsrail’in olduğunu duydunuz?

Türkiye son zamanlarda ekonomik ve politik olarak oldukça güçlendi. Evet bunu çalışarak ve gelişerek başardı, ama bir bakıma da iletişim araçlarının gelişmesi, bilimin ve bilginin dünya çapında daha kolay daha hızlı paylaşılır hale gelmesi ve globalizasyonun bir sonucu olarak da ortaya çıktı. Genç ve büyük nüfusuyla Türkiye önemli bir güç haline geldi, gelmekte, bu yadsınılamaz. Burada dikkat edilmesi gereken bunun ne kadarının Türk insanının kendisinin gelişmesi (veya kabiliyeti) sayesinde olduğunun düşünülmesi gerekliliği. Bugün nüfusu büyük bütün ülkelerin önemli güç noktaları haline gelmekte olduğuna dikkat edin: Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika, hatta İran ve Nijerya. Türk insanı kendisini globalize olan dünyadaki ortalama insandan görece daha fazla geliştirebilmiş midir? Bugün gururlandığımız (gururlanabileceğimiz) Türkiye’nin gücüyle ilgili düşünürken bu soruları-gerçekleri mutlaka göz önüne almamız lazım.

Ve Türkiye’nin bu yeni bulduğu güç ile somut olarak ilk yaptığı işlerden birisi ne olacak? Orta Doğu’daki siyasi güç alanını sınırlamaya çalışan, bunu bir bakıma sorgulayan (yani test eden) İsrail’i sindirmeye çalışacak. Türkiye’nin bölgedeki, dolayısıyla dünyadaki, ekonomik ve politik çıkarları için bu önemli bir adım. İsrail bizim müttefikimizdi, onlardan yararlandık, onlar bizden yararlandı ve şimdi de İsrail’i karşımıza almak bizim daha çok çıkarımıza. İsrail dostumuzdu ona sadık kalmalıyız gibi gerekçelerle bir ülkenin hareket etmesini bekleyemeyiz. Ayrıca İsrail’i karşımıza almanın çıkarımıza olmadığı da tartışılabilir ama bu yazı bu hamlenin Türkiye’nin çıkarına olacağı varsayımıyla devam edecek.

Ama Türkiye’de (en azından) düşünen insanın bir yanılsamadan-illüzyondan kurtulması gerekiyor. Türkiye bunu Gazze’de yapılan haksızlıklara karşılık olarak yapmıyor, ya da İsraillilerin yıllardır yürüttüğü karanlık işlere bir dur demek için de yapmıyor. Türkiye bunu kendi iyiliği için yapıyor. Bunu yapmasında bir sakınca da yok! Sakınca olmamasının nedeni;

a)   Gerçekten de İsrail’in elindeki gücü yanlış kullanıyor olması ve buna bir dur denilmesinin kötü bir sonuç oluşturmuyor olması

b)    Türkiye’nin dünyadaki diğer tüm ülkeler gibi kendi çıkarlarını geliştirmek için hamleler yapmaya hakkı olması

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP Hükümetinin bu işi yaparken halkın desteğini alabilmek için eski anti-semitik retoriklere ve Orta Doğu’daki ‘Yahudi haksızlıklarına’ (eğer öyle genel bir durum varsa ve bu Müslümanların birbirlerine yaptığı haksızlıklardan daha önemliyse) sığındığını ve git gide iş alevlendikçe daha da çok sığınacağını normal karşılamak gerekir. Bu doğru olduğu için değil günümüz politik dinamiklerinde ve ülke yönetim şekillerinde sıkça karşılaşılan bir yöntem olduğu için normal karşılamak gerekir. Hükümet; gerçek, somut, ekonomik-politik nedenler yerine bunları kullandığı için ayıplanabilir mi? Bu tamamen sizin şu sorulara vereceğiniz yanıtlarla alakalı (ama sınırlandırılmış değil):

        bir insanın iyiliği için onun gerçek rızası olmadan gerekli olduğu düşünülen bir şey yine de yapılmalı mıdır? Yoksa o insan ikna edilinceye kadar o konuda bir adım atılmamalı mıdır?

        devlet yönetimleri halka rağmen halk için en doğru bildiklerini yapmalı mıdır? Yoksa halkın rızasını almaya mı çalışmalıdır?

Sadece bu da değil. Geçenlerde Atatürk Havalimanı’na inen İsrail vatandaşlarının “karşılıklılık ilkesi” çerçevesinde daha ağır bir sorgulamadan geçirilmesini ‘adalet kokan’ karşılıklılık ilkesi açısından doğru olarak okumuş olabilirsiniz. Bu doğru da olabilir. Ama bu nasıl bir ilkedir ki konu Avrupa’ya veya ABD’ye vize almaya çalışırken burunlarından kan getirilen Türk vatandaşlarına karşılık oluşturmak amacıyla ABD veya AB vatandaşlarına aynı sorunların çıkarılması gerektiğinde etkisi olmaz. Nasıl bir ilke, ilkesel olarak uygulanmaz? Ama evet oraya da uygulansın diyenler için – atıyorum Moğolistan veya Pakistan tüm Türk vatandaşlarına vizeyi kaldırır ve çalışma izni verirse onlara bu hakkı vermeye hazır mısınız? Eğer İsrail vatandaşlarının tıpkı Ben Gurion havaalanındaki Türk vatandaşları gibi aranmasını savunmak istiyorsanız ‘karşılıklılık ilkesi’ kolaylığına sığınmadan önce neden bu konu üzerine biraz daha düşünmüyorsunuz?

Ek olarak: Bir ülkenin ‘iyiliğinin’ her zaman insanlığın ve hatta kendi vatandaşlarının iyiliğine çalışmadığı malum. Tarihten örnek vermek demagojik kaçabilir ama eminim herkesin aklına yakın-uzak tarihten örnekler geliyordur. Yani burada Türkiye’nin hareketinin sadece ‘imgesel’ Türkiye Cumhuriyeti için iyi olduğu sonucuna varıldığını, bunun Türk insanı ya da insanlık için iyi olup olmamasının farklı bir konu olduğunu aklınızda tutun.

Peki bu yazının amacı ne?

        Bugün İsrail’e karşı yapılan bu hamleyi destekliyor olabilirsiniz. Ama eğer bu hamleyi neden desteklediğiniz üzerine düşünmezseniz, bu hamle başka amaçlarla kullanmak istendiğinde, ya da farklı taraflara çekildiğinde kendinizle çelişebilirsiniz. Bu aslında desteklediğiniz-desteklemediğiniz her şey için geçerli.

        Hükümete sadece muhalif olmak yerine muhalefet için nedenler düşünmek için bu fırsatı kullanabilirsiniz. İsrail’e karşı diplomatik bir hamle yapacak olan hükümetin halkı kandırmasına ‘ilkesel’ olarak karşı çıkabilirsiniz mesela, İsrail’e karşı yaptığı hamleye sırf hükümet yaptı diye karşı çıkmak istemiyorsanız mesela. Yıllardır yapıcı muhalefet serzenişinde bulunan insanlar kervanından olmanız Türkiye’nin yüzde 99’u bu şekil olduğu için büyük ihtimalle kesinken, neden kendiniz yapıcı muhalefet için bir adım atmıyorsunuz.

        Basit görünen açıklamaların, özellikle politik konulara geldiğinde, genellikle nedenlerden uzaklaştığını düşünmek için bu fırsatı kullanabilirsiniz. Mesela daha önce bunun arkasında Yahudiler – İsrail var gibi söylemlere prim verdiyseniz tekrardan oturup bir hesap yapabilirsiniz. 14 milyon insanın (bunun içinde sinemacısı, avukatı, doktoru, komedyeni, işçisi, şöförü, Filistin topraklarındaki illegal yerleşkeni) bütün bunları yapabilip yapamayacağını gözden geçirebilirsiniz.

        Ve belki en önemlisi, Türkiye’nin yeni gelen gücüyle birlikte sorumluluğunun ne olması gerektiğini sorgulayabilirsiniz. Ve bu gücün ne kadar hakedilmiş olduğunu ve bu gücü eğer olur da korumak istiyorsanız ileride ne yapılması gerektiği üzerine düşünebilirsiniz. Aksi takdirde çok yakında 1.3 Milyar olacak Çin ve Hindistan, 300 milyonun üzerindeki ABD’nin, Meksika’nın, Japonya’nın, Pakistan’ın, Bangladeş’in, Filipinler’in uzun vadede Türkiye’den güçlü olabileceğini beklemeniz gerekebilir (eğer benim teorim kısmen bile doğruysa). Bunu çözebilmek için çok çocuk yapılması gerektiğini mi söylemek gerekir?

Ama son olarak da Türkiye’nin ya da bir başka ülkenin neden güçlü olmasını istediğinizi ya da neden güçsüz olması gerektiğini düşündüğünüz üzerine düşünün. Bir ülke, sizin ülkeniz dahi olsa, neden güçlü olmalıdır? Bu nedenlerinizi politik görüşlerinize, hayatınıza, yaşamınıza, söylemlerinize aktarıyor musunuz?

Biri size bir şey söyledi. Bu söz kağıt üzerinde sizi incitebilecek, sizi rahatsız edebilecek ya da sizinle dalga geçen bir söz. Ama siz ne incindiniz, ne de gocundunuz, ne de rahatsız oldunuz ve buna uygun, doğal bir tepki verdiniz. Ama konuştuğunuz kişi ‘alındığınızı’ söyledi. Alınmadığınızı gerçekten kanıtlamanın bir yolu var mı? Alınmadığınızı ne kadar çok kanıtlamaya çalışırsanız karşınızdaki de bir o kadar alındığınızı düşünmeyecek mi?

——————————————————————————-

Türkiye’de düşünce paylaşımı ve tartışma konseptinde hızla gelenek haline gelmeye başlayan bir olgu var. ‘Olmayanla suçlama!’

Nedir bu? Olmayan bir gerçek, söylenmeyen bir söz, yapılmamış bir hareketin ne kadar yanlış olduğuna dair yorum yaparak veya bu durumu kınayarak düşünce belirtme şekli.

Bunu televizyonlarda görüyor, gazetelerde okuyoruz; belki günlük hayatta bizim başımıza da geliyor dahası kendimiz de bilinçli veya bilinçsiz şekilde yapıyoruz.

Nasıl oluyor? Bu fenomenin oluşabilmesi için en önemli nokta varolmamış, söylenmemiş, yapılmamış gerçek, söz ve hareketin temel taş olarak söyleme yerleştirilmesidir. Yöntemlerine bakalım:

a) Gerçeğin, sözün, hareketin sadece yarısının görülmesi ve bunun üzerinden yorum, yergi yapılması

Örnek: Geçenlerde rast geldiğim ve çok basitçe anlatan bu örnekte; Sena Kaleli, CHP Bursa milletvekili adayı, seçimden önce bir programda şöyle diyor: “Ben artık Atatürk ilke ve inkilaplarının bekçisi olmak istemiyorum. Ben artık bu ilke ve inkilaplar iktidara gelsin istiyorum.” Başka bir CHPli Kemal Anadol seçimden sonra sadece ilk cümleden hareket ederek “yeni CHP içerisinde Atatürk ilke ve inkilaplarını savunmayanlar, bunu açıkça söyleyenler var” şeklinde televizyonda yorum yapıyor.

b1) Sözün veya olayın bilinçsiz bir şekilde yanlış anlaşılarak başka bir yöne çekilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

b2) Sözün veya olayın bilinçli bir şekilde yanlış anlaşılarak başka bir yöne çekilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

Örnek: Bilinçsiz olanı günlük hayatta hepimizin başına gelmiştir. Bilinçli olanı ise karşısındakini masum bir şekilde şaşırtıp durumdan bir espri çıkarmak adına yapılmamışsa oldukça sinir bozucudur. Tartışma programlarında, özellikle taraf savunmak-haklı çıkmak adına olay yerine gelmiş tartışmacılarda sıkça görülür.

c) Bir ‘gerçek’, söz veya hareketin uydurulması, yoktan varedilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

Örnek: Herhalde buna en iyi örnek artık bir trend haline gelen internetten yayılmış bir dedikodu üzerinden, daha doğruluğu kanıtlanmadan, kapsamlı çıkarımlar veya keskin yargılar oluşturulması

d) Bir gerçek, söz veya hareketin sonucunda oluşturabileceği birçok olası anlamdan, olaydan sadece birisine tek gerçekleşecek ihtimalmiş gibi davranılarak; ihtimaller, olasılıklar üzerinden yeni ‘gerçek’ ve ‘olgular’ oluşturularak bunun üzerinden yorum, yergi yapılması

Örnek: “Gerekirse Abdullah Öcalan ile de konuşulması gerekir” diyen birine “Siz teröristler ile pazarlık yapıyorsunuz” denmesi ya da “AKP’ye oy vermeyeceğim” diyen birisine “CHP bu memleketi batırır” diye cevap verilmesi.

Sıkça kullanılan ya da oluşan bu yöntemler tartışmaların pozitif yanı olan düşünce üretme veya uzlaşı sağlamayı anında uzak bir ihtimal haline getirme konusunda oldukça başarılılar. Kaldı ki; yanlış düşünce üretme, insanları haksız yere suçlama veya düpedüz insanları kandırmada da kullanılmaktalar.

Bu yöntemlerin ve örneklerin sıkça kullanılması Türkiye’de belki çok daha önemli bir olguda etkin olmaya başlıyor. Türkiye’deki hak, hukuk ve adalet kavramlarının ve çok daha önemlisi ‘duygusunun’ da korkutucu bir hızla ‘kanıtlayamadığın bir şey gerçekmiş gibi suçla, olmayanın kanıtını suçlanandan bekle’ alışkanlığına dönüşmesi. Trajediyi katlayan ise sadece suçlayanın değil, dinleyicinin-taraf olmayanın da bu anomalide yerini almasıdır.

Belki yukarıdaki fikri okuduğuzda aklınıza ilk olarak, ve çok canlı olarak Ergenekon davasında yazdıkları, notları veya bulunamayan kanıtlar nedeniyle haksız yere suçlananlar gelmiştir. Ergenekon davası ve etrafında oluşan tartışmalar bu duruma birçok güçlü örnek oluşturmaktadır. Ama aslında dikkat edilmesi gereken bu düsturun çok daha öncesinde de Türkiye’de varolmasıdır.

Misal. ‘AKP şeriatı getirmek istiyor, ülkeyi İslami bir noktaya götürmek istiyor’ şeklinde suçlanıyor. Buna yeterli kanıt bulunamayınca, AKP’nin ‘şeriatçı olmadığını’ kanıtlaması isteniyor. Burada karıştırılmaması ve dikkat edilmesi gereken durum bu yönde şüphelenmenize yol açan belirtilerin olabileceği, ancak kanıt olmadıkça suçlama yapılmamasının gerekliliğidir. Bu durumda en fazla yapacağınız düşünceniz bu yönde olduğunu belirtmek ve durumu izleyeceğinizi söylemektir.

Tıpkı bir gazeteci sırf AKP’nin bu ülke iktidarından gitmesi gerektiğini söyleyip, generallerle görüşmeler yapıp bunun nasıl yapılabileceğiyle ilgili beyin fırtınası yaptığında – belki şakalaştığında, bunun da en fazla sadece şüphe uyandıracak belirtiler uyandırması ve bir suça kanıt oluşturmaması gerektiği gibi.

Sakın bu iki örneği üstüste okuyarak işte AKPlilerin bugün yaptığını aslında çok daha önce ‘laikçiler’ yapıyordu dediğimin ve asıl alttan alta vermeye çalıştığım asıl mesajın bu olduğu sonucuna varmayın. Bu örnekler aynı zamanda rahatlıkla taraf olabileceğiniz ya da duygusal bir pozisyon barındırabileceğiniz konularda; o yüzden burada işlemekte olan haksız-hukuksuz-adaletsiz dinamiği gördüğümüz oranda bütün bu yazı boyunca bahsedilen problemin özünü de kavramaya da bir o kadar yakınlaşmış oluyoruz.

Bu tipteki hak, hukuk, adalet yaklaşımı;

        namaza gitmeyen komşusu için dinsiz suçlaması yapıp ‘inanç sahibi’ olduğunu kanıtlamasını isteyen adamdan,

        erkek arkadaşının kendisini aldattığıyla suçlayıp ‘aldatmadığını’ kanıtlamasını isteyen kız arkadaşa,

        sadece zengin olduğu için yoksulların derdini umursamamakla suçlanan ve ‘önemsediğinin’ kanıtlanması istenen kadından,

        sadece Kürt olduğu için terörist olmakla suçlanan ve ‘olmadığının’ kanıtlama zorunda bırakılan adama,

        yapılan her karanlık operasyonun arkasında bir İsrail veya yahudi komplosu olduğuna katılmadığı için ‘yahudi olmadığını’ ispat etmedikten sonra düşman olarak görüleceği söylenilen adamdan,

        daha önce sayıca çok erkek arkadaş değiştirdiği için ‘orospu’ olmadığını örneklerle ortaya koyması beklenen birçok genç kıza,

        ya da Müslümanlığını açık bir şekilde yaşadığı için gelecekteki eşine başını örtmesi için baskı yapacağının kesin görülmesi ile yaftalanan adama

kadar sayısız örnekte olduğu gibi Türkiye’de birçok farklı kesimdeki birçok insan tarafından, farklı dönemlerde farklı şekillerde yapılmıştır. Burada bahsedilenlerin hepsi, belki çoğu tabii ki de suç değil. Ama karşı taraftan, yani ‘suçlayan’ tarafından bu şekilde değerlendirildiği belirtilmek isteniyor. Hatta buradaki suçlamaların hepsi çoğu zaman açık bir şekilde dile bile getirilmemektedir. Ama bu suçlamaları yapan insanların – kendi içlerinde bile olsa karşılarındaki insana davranışları sonucunda – hak, hukuk ve adalet duygusunun zedelendiğine şüphe yok.

Bu yazıda da asıl gelinmesi gereken nokta bu. Prensipleri ve adaleti bir kenara bırakıp kendi çıkarımız veya isteğimize uygun sonuçlar çıkıyor diye bu tip yöntemlerle insanların haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde suçlanmasına göz yummak, kayıtsız kalmak; bizim, izleyenlerin, suçlamayı yapanın ve de suçlanan kişinin adalet duygusunun zedelenmesine yol açıyor. Yok olan bu duygunun da yeni örnekler ortaya çıkmasına yol açtığını, ve bu yeni örneklerin de başka insanların adalet ve hak duygusunu yok ettiğini de dikkate alınca da kötü gidişatın katlanarak arttığını görüyoruz.

Ayrıca ortaya şöyle bir durum da çıkıyor: Gerçekte varolmayan şeyler nedeniyle suçlanan, haksız duruma düşen ve kanıt olmadan suçlandığı için olmayan suçun kanıtını bulmak durumunda kalan bir sürü taraf, bir sürü insan.

Aslında yukarıdaki sınırlı sayıda örnek incelendiğinde bile bu tip düşünce şeklinin ve bu düşünce şekline prim verilmesinin girift bir şekilde her tarafı da uzun vadede kötü etkilediğini görüyoruz. Yani bir bakıma bu işi yapan da yapılan da buna göz yuman da hatta bunun farkına varmayan bile artık açığa çıkmış olan bu yitik hak ve adalet duygusundan zararını görüyor. Zaten başından başarısız olduğumuz birbirimizi anlama veya anlamaya çalışma meselesi de doğal olarak dibe vuruyor.

Tüm bu açıklamalar üzerine bu yazı; adaletsizliğe göz yumarsanız siz de adaletsizlik yapıyorsunuzdur ya da adaletsizlik yaparsınız o adaletsizlik bir gün gelir sizi de bulur diyerek bitseydi herhalde ulaşılması kolay bir sonuç için aşırı çaba harcamış olurdu.

Ben gözden kaçma ihtimali olan başka bir noktayı belirtmek istiyorum. Yukarıda anlatılan ve daha burada üstünde durulmayan bütün bu örnekleri, yöntemleri bildiğiniz halde bunları farketmiyor, gördüğünüzde bas bas bağırmıyor veya düzeltmek için elinizden geleni yapmıyorsanız aslında siz de haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapıyor olabilirsiniz.

Bu yazı da; hani olur da gerçekten bu örnekleri, yöntemleri daha önce gerçekten hiç farketmediyseniz ya da unuttuysanız ya da üzerinde düşünmeyi bıraktıysanız sizi tuzağa düşürerek, size haksızlık yapmak amacıyla yazılmıştır. Artık siz de her an bir haksızlık yapıyor olabilirsiniz. Tebrik ederim.