Mesajlar Etiketlendi ‘hukuk’

Uyarı/Rica: Bu yazının ruhunda ve sonucunda Fenerbahçe’nin suçsuz olduğu ortaya çıkmayacaktır. Tek ima edilen suçunun daha kanıtlanmamış olduğudur. Yazının asıl amacı futbol gibi ağırlıklı olarak duygusal, çoğu zaman mantığa dayanmadan konuşulan sosyal bir olay konusunda bile düşünürken prensiplere, ve önemlisi adalet duygusuna yer verilip verilemeyeceğinin sorgulanmasıdır. Yazının orta kısmında yapılan çıkarımlar benim linkini verdiğim gazete haberleri ve UEFA’nın açıklamasından yaptığım kendi çıkarımlarımdır. Bu çıkarımların amacı sonda verilecek sorulara bir temel, neden oluşturmasıdır. Herkes kendisi bu kaynaklara giderek istediği çıkarımları yapmakta serbesttir. İster buradaki çıkarımları kullanarak ister kendi çıkarımlarınızı yaparak sondaki soruları cevaplamanız da mümkündür. Bu durum yazının amacını değiştirmeyecektir.

Bu uzun uyarı da futbolun ve taraftarlığın içinde barındırdığı duygusallığın harekete geçmesini önlemek umuduyla yazılmıştır.

***

Günümüz anlamıyla futbol kulübü nedir, ne şekilde örgütlenmiştir?

Buna iki başlıkta cevap vermek mümkün:

1-     Bir ekonomi ve kazanç kapısı oluşturduğu için

2-     Kazanmanın ve başarıların şerefini üstlenmek, geniş kitleler tarafından bu başarıların kabul edilmesi için. Kısaca onur için

Sporun güzelliği, spor yapabilme gibi konuların bugünkü kulüplerin örgütlenmesiyle bir alakası olmadığını şu basit testten anlayabiliyoruz: Futbol oynanabilmesi, bundan keyif alınabilmesi için profesyonel bir örgütlenmeye ihtiyaç var mıdır? Yoktur. Bugünkü futbol kulüpleri amatör futbol zevkinin ötesinde amaç ve insiyatiflerle kurulmuş ve örgütlenmişlerdir.

Kulübün başına geçerek veya yönetiminde yükselerek kendisine güç sağlamaya çalışanların ikincil ve dolaylı bir olgu olduğunu ve onlar olmasa da ya da onlar değişse de kulübün varlığını devam ettirdiğini düşünerek kulübün asıl amacı, varoluş sebebinde olmadıkları kanaatine varabiliriz.

Bu durumda UEFA ve Türk Futbol Federasyonu bu amaçlarla kurulmuş Fenerbahçe’den Şampiyonlar Ligi’ne katılım hakkını aldığında ne cezası vermiş oluyor?

a)     Kulübü ve dolayısıyla bu işten para kazanan herkese finansal bir ceza

b)     Fenerbahçe kulübünün Şampiyonlar Ligi’nde rekabet ederek kazanacağı onurdan men ederek başka bir ceza

Bu cezaların verilme nedeni nedir? Yani suç nedir?

Aslında bu konu hala daha açık bir şekilde anlatılmış değildir. TFF’nin ve ardından Başkanı Ali Aydınlar’ın açıklamasına göre UEFA gazetelerde çıkan haberlerin yeterli olduğunu ve şikeye karıştığı söylentilerinin bile bu turnuvadan men edilmesi için yeterli bir neden olduğunu savunarak kendisine baskı yapmıştır. TFF, UEFA’nın baskısı üzerine bu men kararını aldıktan sonra UEFA TFF’nin bu kararını övmüştür.

UEFA benim anladığım kadarıyla Fenerbahçe’nin şike yaptığını ve bunu kendisinin bulduğunu söylemekten kaçınmıştır, bu bulguyu bulanın da TFF olduğunu söylemiştir.the decision of the Turkish Football Federation to withdraw Fenerbahçe SK from the 2011/12 UEFA Champions League due to the fact that the club has been involved in match-fixing.”

TFF daha açık açık Fenerbahçe’nin şike yaptığının kanıtlandığını söylememekte ve kabul etmemektedir.

En azından herkesin kabul edeceği tek bir gerçek varsa o da mahkemenin daha sonuçlanmamış olduğudur. Hatta TFF’nin soruşturmasının da daha sonuçlanmadığı açıktır. Eğer şike olmasa bu kadar insanı tutuklamazlardı ya da ateş olmayan yerden duman çıkmaz gibi yaklaşımlar masumiyet karinesine karşı olmasının da ötesinde mantık dışıdır. Bu yolla prensiple hareket eden herkesin (tutarlı ve şerefli bireyler oldukları kabulüyle) kendi kulüplerini dolayısıyla tüm Türk kulüplerini cezalandırması beklenir. Çünkü neredeyse herkesin üzerinde söz birliği ettiği konu tüm Türk kulüplerinin veya yöneticilerinin geçmişte bir yerlerde şikeye karışmış olduğudur; ki bu da kanıtlanamadığına göre şöyle diyebiliriz: Tüm Türk kulüplerinin ve yöneticilerinin geçmişte şikeye karıştığı hakkında çok ağır şüpheler vardır.

Bu durumda ortada kesinleşmemiş bir suç varken ortaya bir ceza çıkarılmıştır. Ya da sadece şikeye adı karışmış olması ve bununla ilgili çok fazla gösterge olması suç olarak değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, şimdilik görünen, sadece şikeye karışmış olması ihtimalinden dolayı Fenerbahçe yukarıda bahsedilen iki şekilde cezalandırılmıştır.

Keza TFF Başkanı Ali Aydınlar Fenerbahçe’nin suçsuz bulunması durumunda UEFA’nın tazminat ödeyeceğini de söylemiştir. Bu ileride Fenerbahçe’nin suçsuz bulunması ihtimalinde ona verilen ekonomik cezanın onarımını sağlayacaksa da ikinci tip cezanın, onurunun geri verilmesini sağlayamamaktadır. Ama Ali Aydınlar bunu söylerken Fenerbahçe’nin ileride suçsuz bulunabileceği ihtimalini, dolayısıyla suçunun sabitlenmediğini de bir bakıma kabul etmektedir.

Kaldı ki burada sorulması gereken başka sorular da vardır. Şike şüphesine adı karışanlar sadece Fenerbahçe değildir. Şampiyonlar Ligi’ne Fenerbahçe yerine gideceği söylenen Trabzonspor’un adı da derecesi farklı olmakla birlikte şike olaylarına karışmıştır.

Beşiktaş şike yaptığını değil ama adının şike olaylarına karıştığını kupayı iade ederek kabul etmiştir.

Bu iki durum da UEFA ve TFF’nin hareketleri arkasındaki tek görünür prensibin/nedenin tutarlı bir şekilde uygulanmadığını göstermektedir.

Ama futbol kulüpleri gibi son derece duygusal bağlarla desteklenen oluşumlarla ilgili sorulara yanıt ararken örnekler ve isimler üzerinden gitmek insanların rasyonel ve dolayısıyla adil/ahlaki sonuçlara varmasını engelleyebilmektedir. O yüzden gelin Fenerbahçe ve Trabzonspor ve bütün kulüpleri bir yana bırakmaya çalışalım.

Bir kulübün yasal sorumluları, yöneticileri şike yaparsa o kulüp cezalandırılmalı mıdır? Çoğu insanın buna evet diyeceğini tahmin ediyorum.

Peki ya bağımsız bir iş adamı, ya da çılgın ve zengin bir taraftar o kulüp için kendi insiyatifiyle şike yapmış, teşvik dağıtmışsa da o kulüp cezalandırılmalı mıdır?

Bu soruya cevap vermek çok daha zor. İlk soruya cevap verirken “Kulübün başarısına gölge düşmüştür, dolayısıyla bu başarıdan kaynaklanan onurun geri alınması gerekir” prensibini yürütenler bu ikinci soruya cevap verirken aynı prensiple hareket edememektedir.

Bunun zor olmasıyla ilgili benim aklıma gelen ilk neden: O çılgın iş adamı şike yapmasaydı da kulübün yine o başarıları kazanabilecek olması ihtimalinin yarattığı tedirginliktir. Yani bir başkasının hatasından, gereksiz insiyatif almasından dolayı oluşan suçun cezasının kulübe yüklenmemesi gerektiğidir.

İlginç bir şekilde bu prensip ilk soruya işletilmiş olsa o zaman da yöneticiler hata yapmıştır aslında kulüp yine başarılı olabilirdi demek de mümkündür. Ama genelde yöneticiler o kulübün yasal sorumluları olduğundan dolayı çoğu insan çekinmeden kulübün de cezalandırılması gerektiğini söyleyebilmektedir.

Bu suç ve ceza prensiplerini akılda tutalım. Aslında bunlar tam konumuzla ilgili olmayan prensipler bile olabilir. Söylemek isterdiğim bir soruya cevap verirken, bir yargıya varırken onun arkasındaki nedenin bu şekilde düşünülmesi gerektiğidir.

Bunlar akılda tutularak tekrar Fenerbahçe örneğine geri dönüş yaparsak Fenerbahçe’nin şu anda cezalandırılması gerektiğini savunanlar ve UEFA-TFF’nin verdiği cezayı haklı bulan herkesin cevap vermesi gereken ahlak ve adalet soruları şunlardır: Fenerbahçe şike yaptığı için mi cezalandırılmalıdır yoksa başarısı kendisine ait olmadığı, üstüne gölge düştüğü için mi?

Bir kulübün başarısının üstüne tam olarak ne zaman gölge düşmektedir ya da o kulübün şike yaptığı hangi aşamada/hangi delillerle kanıtlanmıştır?

Bu nedenlerden hangisiyle cezalandırılıyorsa; bu nedenin kesinliği kanıtlanmış mıdır?

Bu sorulara verdiğiniz cevapların nedenini, yani prensipleri kendi kulüplerinize uygulayarak taraftarlığınızdan kaynaklanan – bir spor olayından oluşan ve kimliğinizin bir parçası olmasından dolayı ileri gelen – duygularınızın adalet duygunuzu ne kadar etkilediğini test etmeniz mümkündür.

Sıkıcı ve ağır yazıyı şenlendirmek için son bir not: Bu test, örneğini oluşturan Fenerbahçe taraftarları için aynı etkiyi taşıyamayabilir.

Biri size bir şey söyledi. Bu söz kağıt üzerinde sizi incitebilecek, sizi rahatsız edebilecek ya da sizinle dalga geçen bir söz. Ama siz ne incindiniz, ne de gocundunuz, ne de rahatsız oldunuz ve buna uygun, doğal bir tepki verdiniz. Ama konuştuğunuz kişi ‘alındığınızı’ söyledi. Alınmadığınızı gerçekten kanıtlamanın bir yolu var mı? Alınmadığınızı ne kadar çok kanıtlamaya çalışırsanız karşınızdaki de bir o kadar alındığınızı düşünmeyecek mi?

——————————————————————————-

Türkiye’de düşünce paylaşımı ve tartışma konseptinde hızla gelenek haline gelmeye başlayan bir olgu var. ‘Olmayanla suçlama!’

Nedir bu? Olmayan bir gerçek, söylenmeyen bir söz, yapılmamış bir hareketin ne kadar yanlış olduğuna dair yorum yaparak veya bu durumu kınayarak düşünce belirtme şekli.

Bunu televizyonlarda görüyor, gazetelerde okuyoruz; belki günlük hayatta bizim başımıza da geliyor dahası kendimiz de bilinçli veya bilinçsiz şekilde yapıyoruz.

Nasıl oluyor? Bu fenomenin oluşabilmesi için en önemli nokta varolmamış, söylenmemiş, yapılmamış gerçek, söz ve hareketin temel taş olarak söyleme yerleştirilmesidir. Yöntemlerine bakalım:

a) Gerçeğin, sözün, hareketin sadece yarısının görülmesi ve bunun üzerinden yorum, yergi yapılması

Örnek: Geçenlerde rast geldiğim ve çok basitçe anlatan bu örnekte; Sena Kaleli, CHP Bursa milletvekili adayı, seçimden önce bir programda şöyle diyor: “Ben artık Atatürk ilke ve inkilaplarının bekçisi olmak istemiyorum. Ben artık bu ilke ve inkilaplar iktidara gelsin istiyorum.” Başka bir CHPli Kemal Anadol seçimden sonra sadece ilk cümleden hareket ederek “yeni CHP içerisinde Atatürk ilke ve inkilaplarını savunmayanlar, bunu açıkça söyleyenler var” şeklinde televizyonda yorum yapıyor.

b1) Sözün veya olayın bilinçsiz bir şekilde yanlış anlaşılarak başka bir yöne çekilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

b2) Sözün veya olayın bilinçli bir şekilde yanlış anlaşılarak başka bir yöne çekilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

Örnek: Bilinçsiz olanı günlük hayatta hepimizin başına gelmiştir. Bilinçli olanı ise karşısındakini masum bir şekilde şaşırtıp durumdan bir espri çıkarmak adına yapılmamışsa oldukça sinir bozucudur. Tartışma programlarında, özellikle taraf savunmak-haklı çıkmak adına olay yerine gelmiş tartışmacılarda sıkça görülür.

c) Bir ‘gerçek’, söz veya hareketin uydurulması, yoktan varedilmesi ve bunun üstünden yorum, yergi yapılması

Örnek: Herhalde buna en iyi örnek artık bir trend haline gelen internetten yayılmış bir dedikodu üzerinden, daha doğruluğu kanıtlanmadan, kapsamlı çıkarımlar veya keskin yargılar oluşturulması

d) Bir gerçek, söz veya hareketin sonucunda oluşturabileceği birçok olası anlamdan, olaydan sadece birisine tek gerçekleşecek ihtimalmiş gibi davranılarak; ihtimaller, olasılıklar üzerinden yeni ‘gerçek’ ve ‘olgular’ oluşturularak bunun üzerinden yorum, yergi yapılması

Örnek: “Gerekirse Abdullah Öcalan ile de konuşulması gerekir” diyen birine “Siz teröristler ile pazarlık yapıyorsunuz” denmesi ya da “AKP’ye oy vermeyeceğim” diyen birisine “CHP bu memleketi batırır” diye cevap verilmesi.

Sıkça kullanılan ya da oluşan bu yöntemler tartışmaların pozitif yanı olan düşünce üretme veya uzlaşı sağlamayı anında uzak bir ihtimal haline getirme konusunda oldukça başarılılar. Kaldı ki; yanlış düşünce üretme, insanları haksız yere suçlama veya düpedüz insanları kandırmada da kullanılmaktalar.

Bu yöntemlerin ve örneklerin sıkça kullanılması Türkiye’de belki çok daha önemli bir olguda etkin olmaya başlıyor. Türkiye’deki hak, hukuk ve adalet kavramlarının ve çok daha önemlisi ‘duygusunun’ da korkutucu bir hızla ‘kanıtlayamadığın bir şey gerçekmiş gibi suçla, olmayanın kanıtını suçlanandan bekle’ alışkanlığına dönüşmesi. Trajediyi katlayan ise sadece suçlayanın değil, dinleyicinin-taraf olmayanın da bu anomalide yerini almasıdır.

Belki yukarıdaki fikri okuduğuzda aklınıza ilk olarak, ve çok canlı olarak Ergenekon davasında yazdıkları, notları veya bulunamayan kanıtlar nedeniyle haksız yere suçlananlar gelmiştir. Ergenekon davası ve etrafında oluşan tartışmalar bu duruma birçok güçlü örnek oluşturmaktadır. Ama aslında dikkat edilmesi gereken bu düsturun çok daha öncesinde de Türkiye’de varolmasıdır.

Misal. ‘AKP şeriatı getirmek istiyor, ülkeyi İslami bir noktaya götürmek istiyor’ şeklinde suçlanıyor. Buna yeterli kanıt bulunamayınca, AKP’nin ‘şeriatçı olmadığını’ kanıtlaması isteniyor. Burada karıştırılmaması ve dikkat edilmesi gereken durum bu yönde şüphelenmenize yol açan belirtilerin olabileceği, ancak kanıt olmadıkça suçlama yapılmamasının gerekliliğidir. Bu durumda en fazla yapacağınız düşünceniz bu yönde olduğunu belirtmek ve durumu izleyeceğinizi söylemektir.

Tıpkı bir gazeteci sırf AKP’nin bu ülke iktidarından gitmesi gerektiğini söyleyip, generallerle görüşmeler yapıp bunun nasıl yapılabileceğiyle ilgili beyin fırtınası yaptığında – belki şakalaştığında, bunun da en fazla sadece şüphe uyandıracak belirtiler uyandırması ve bir suça kanıt oluşturmaması gerektiği gibi.

Sakın bu iki örneği üstüste okuyarak işte AKPlilerin bugün yaptığını aslında çok daha önce ‘laikçiler’ yapıyordu dediğimin ve asıl alttan alta vermeye çalıştığım asıl mesajın bu olduğu sonucuna varmayın. Bu örnekler aynı zamanda rahatlıkla taraf olabileceğiniz ya da duygusal bir pozisyon barındırabileceğiniz konularda; o yüzden burada işlemekte olan haksız-hukuksuz-adaletsiz dinamiği gördüğümüz oranda bütün bu yazı boyunca bahsedilen problemin özünü de kavramaya da bir o kadar yakınlaşmış oluyoruz.

Bu tipteki hak, hukuk, adalet yaklaşımı;

        namaza gitmeyen komşusu için dinsiz suçlaması yapıp ‘inanç sahibi’ olduğunu kanıtlamasını isteyen adamdan,

        erkek arkadaşının kendisini aldattığıyla suçlayıp ‘aldatmadığını’ kanıtlamasını isteyen kız arkadaşa,

        sadece zengin olduğu için yoksulların derdini umursamamakla suçlanan ve ‘önemsediğinin’ kanıtlanması istenen kadından,

        sadece Kürt olduğu için terörist olmakla suçlanan ve ‘olmadığının’ kanıtlama zorunda bırakılan adama,

        yapılan her karanlık operasyonun arkasında bir İsrail veya yahudi komplosu olduğuna katılmadığı için ‘yahudi olmadığını’ ispat etmedikten sonra düşman olarak görüleceği söylenilen adamdan,

        daha önce sayıca çok erkek arkadaş değiştirdiği için ‘orospu’ olmadığını örneklerle ortaya koyması beklenen birçok genç kıza,

        ya da Müslümanlığını açık bir şekilde yaşadığı için gelecekteki eşine başını örtmesi için baskı yapacağının kesin görülmesi ile yaftalanan adama

kadar sayısız örnekte olduğu gibi Türkiye’de birçok farklı kesimdeki birçok insan tarafından, farklı dönemlerde farklı şekillerde yapılmıştır. Burada bahsedilenlerin hepsi, belki çoğu tabii ki de suç değil. Ama karşı taraftan, yani ‘suçlayan’ tarafından bu şekilde değerlendirildiği belirtilmek isteniyor. Hatta buradaki suçlamaların hepsi çoğu zaman açık bir şekilde dile bile getirilmemektedir. Ama bu suçlamaları yapan insanların – kendi içlerinde bile olsa karşılarındaki insana davranışları sonucunda – hak, hukuk ve adalet duygusunun zedelendiğine şüphe yok.

Bu yazıda da asıl gelinmesi gereken nokta bu. Prensipleri ve adaleti bir kenara bırakıp kendi çıkarımız veya isteğimize uygun sonuçlar çıkıyor diye bu tip yöntemlerle insanların haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde suçlanmasına göz yummak, kayıtsız kalmak; bizim, izleyenlerin, suçlamayı yapanın ve de suçlanan kişinin adalet duygusunun zedelenmesine yol açıyor. Yok olan bu duygunun da yeni örnekler ortaya çıkmasına yol açtığını, ve bu yeni örneklerin de başka insanların adalet ve hak duygusunu yok ettiğini de dikkate alınca da kötü gidişatın katlanarak arttığını görüyoruz.

Ayrıca ortaya şöyle bir durum da çıkıyor: Gerçekte varolmayan şeyler nedeniyle suçlanan, haksız duruma düşen ve kanıt olmadan suçlandığı için olmayan suçun kanıtını bulmak durumunda kalan bir sürü taraf, bir sürü insan.

Aslında yukarıdaki sınırlı sayıda örnek incelendiğinde bile bu tip düşünce şeklinin ve bu düşünce şekline prim verilmesinin girift bir şekilde her tarafı da uzun vadede kötü etkilediğini görüyoruz. Yani bir bakıma bu işi yapan da yapılan da buna göz yuman da hatta bunun farkına varmayan bile artık açığa çıkmış olan bu yitik hak ve adalet duygusundan zararını görüyor. Zaten başından başarısız olduğumuz birbirimizi anlama veya anlamaya çalışma meselesi de doğal olarak dibe vuruyor.

Tüm bu açıklamalar üzerine bu yazı; adaletsizliğe göz yumarsanız siz de adaletsizlik yapıyorsunuzdur ya da adaletsizlik yaparsınız o adaletsizlik bir gün gelir sizi de bulur diyerek bitseydi herhalde ulaşılması kolay bir sonuç için aşırı çaba harcamış olurdu.

Ben gözden kaçma ihtimali olan başka bir noktayı belirtmek istiyorum. Yukarıda anlatılan ve daha burada üstünde durulmayan bütün bu örnekleri, yöntemleri bildiğiniz halde bunları farketmiyor, gördüğünüzde bas bas bağırmıyor veya düzeltmek için elinizden geleni yapmıyorsanız aslında siz de haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapıyor olabilirsiniz.

Bu yazı da; hani olur da gerçekten bu örnekleri, yöntemleri daha önce gerçekten hiç farketmediyseniz ya da unuttuysanız ya da üzerinde düşünmeyi bıraktıysanız sizi tuzağa düşürerek, size haksızlık yapmak amacıyla yazılmıştır. Artık siz de her an bir haksızlık yapıyor olabilirsiniz. Tebrik ederim.