‘Hafif, Geyik, Hafif Geyik’ Kategorisi için Arşiv

Öncelikle temizliğin “Temiz bir evde yaşamak ve bu temizliğin keyfini sürmek” amacıyla yapıldığını varsayıyorum. Kışın ortasında otobüse atlayıp gidip yazlık evini şöyle bir tozdan geçirip geri dönenlerle, komşunun bıraktığı anahtarı alıp boş daireleri temizlemeye gidenlere söylenecek fazla bir şey yok.

Diyelim ki bir haftalık bir tatile çıkılacak. Bir hafta gibi en düşük süreyi almamın nedeni sonradan da görebileceğiniz gibi yine en mantıklı olanın (bu mantıksız seçenekler içerisinde) kısa süreli tatillerde gitmeden önce temizlik yapılması gerektiği.

Şimdi bir haftada evde olmasan da evde toz oluşur. Değil mi? Hayır diyenler olacak, o yüzden:

Toz neden oluşur? http://www.wisegeek.com/where-does-dust-come-from.htm

Tozun ne kadarı, nereden gelir? http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/15320389209383415

Tozun kendisi nedir, ne değildir? http://www.nuveforum.net/1737-genel-kultur-t/72122-toz-nedir-olusur-toz-taneciklerinin-ozelligi/

Yani evdeki tozun %30-40’ı dışarıdan gelen tozdur. Türkiye’de yeşil alanların azlığı, nüfus yoğunluğunun fazlalığı ve havanın daha kirli olduğu düşünülerek bu oranın daha yüksek olduğu varsayılabilir, ancak yine de oranın ne kadar yükseleceği tartışmalıdır.

Ancak kısaca şunu söylemekte yarar var, ev tozunun çoğu ölü insan derisinden gelir. Evi tüm tozdan temizleyip, camları sıkı sıkıya kapatıp evdeki havadaki tozu da görmezden (!) gelseniz bile;

Ve ve ve evi dieylim ki temizlik sonrası 40 dakika içinde terketseniz bile iki kişi eve yaklaşık 2,400,000 ile 3,200,000 ölü insan hücresi bırakmış olacaksınız. Artık o ev tatildeyken tozlanır mı kirlenir mi orasını siz düşünün.

Olacaklar

T+1’de tatile çıkılacak, T+7’de dönülecek.

Şimdi evin aşırı kirli olduğu bir durumu alalım. Dönüşte temizliğin daha kolay olacağı argümanıyla karşılaşacağımı bildiğimden temizlik eforunu da 10 üzerinden değerlendireceğim.

T’de ev aşırı kirli temizledin: 10X temizlik eforu sarf ettin.

Tatilden dönüldü, iki seçenek var. Ev ne kadar sürede bir temizleniyor, genellikle görülen a) bir haftada bir b) iki haftada bir. (Tabii arada yapılan acil-ufak temizlikler (masaya dökülen bir şeyi silme, mutfak tezgahını silme gibi) haricinde).

Bir haftada bir ise, bir hafta boş kalan eve gelen bir hafta bekleyecek mi? Hayır. Ama hemen temizlemediğini üç gün dayandığını varsayalım. Yani T+10. Ve tabii daha kolay bir temizlik olacak değil mi? Diyelim 7X temizlik eforu sarf edilsin. Ondan sonra işler rayına girecek ve T+17’de normale geçiş yapılacak ve 10X temizlik eforlu normal bir temizlik yapılacaktı. Tabii akabindeki temizlik normal bir şekilde cereyan edecek ve T+24’de yapılacak bu durumda;

Tatilden sonraki 17 gün kalınan evde yani; 17 günlük temiz ev için 27X’lik efor sarf edilmiş olacak.

Peki ya tatilden dönüşte temizlik yapılsaydı. 10X temizlik eforu sarf edilecekti ve bir sonraki temizlik T+14’de olacaktı; bu temizliğin bir haftalık temizlik olduğunu ve 10X olduğunu da varsayıyorum. Bu durumda bir sonraki temizlik de T+21’de olacaktı. Tatilden sonraki 14 gün kalınan evde yani; 14 günlük temiz ev için 20X’lik efor sarf edilmiş olacaktı.

İki durumda da normal haftalık temizliğe dönene kadar simülatörü devam ettirdiğim lütfen not edilsin. Bu arada bir haftalık temizlik için temiz gün başına 1,42X temizlik eforu sarf edilmekte (7 gün için 10X) normalde.

Sonuçlar

Tatile gitmeden önce yapılan temizlik, temiz gün başına 1.58X temizlik eforu, (Buna T gününü de katıp 18 güne çıkarsak bile temiz gün başına, 1.50X temizlik eforu)

Tatile gitmeden önce yapılan temizlik, temiz gün başına 1,42X temizlik eforu, yani normal hayattaki temizlik sorunu kadar sorun yapılacaktı.

Tatilden geldikten sonra temizlik yapma gücünü bulamayanlar için tatile gitmeden önce bu gücü nereden bulduklarını sormak gerekir. Ama tatilden geldikten bir gün sonra temizlik yapılması ihtimalinin de kimseyi öldürmeyeceği de varsayılabilirdi tabii. Ama inanıp tatile gitmeden önce temizlik yapılması gerektiğine inanan birisiyle bunları tartışmak istemezsiniz.

Aaa olur mu, tatilden döndükten sonraki temizlik çok kolay olur diyenler için 5X’lik bir eforda bile temiz gün başına temizlik eforunun 1,47X olduğunu söyleyeyim.

Tabii bütün bu hesaplamaları iyi ihtimallerle yaptığım gözden kaçmasın gerçekte olacak olan şudur:

Tatile gitmeden önce temizlik yapacak olan insan döndüğü anda da evi kirli bulup en az 5X’lik bir temizlik yapacak sonra bu temizliğin yeterli olmadığını düşünürek beş gün sonra normal temizliğe geçecektir. Kısaca;

T- 10X, T+7 – 5X, T+12 10X, T+19 10X…T+24 Normale dönüş. Yani 17 gün için 35X ile temiz gün başına 2,05X temizlik eforu. Gerçeğe en yakın ihtimal, üzülerek budur.

Eğer iki haftada bir temizlik yapılıyorsa ve tatilden döndükten üç gün sonra 5X’lik bir temizlik yapılırsa durum:

Tatile gitmeden önce temizlikte T günü ile birlikte 0,78X;

Tatile gitmeden önce temizlik yapılmadığında 0,71X (zaten normali bu, 14 gün 10X efordan).

Daha önemli not:

Evde toz olmasın diye temizlik yapılmasının estetik nedenlerinin ötesinde sağlık açısından nedeni evde ev tozu akarı (house dust mite) oluşumunu engellemektir. Ancak bunu engellemenin ötesine geçen temizlik çabaları nedeniyle gerekli patojenlere maruz kalamadığmızdan dolayı zayıflayan bağışıklık sistemimiz nedeniyle alerjilerin arttığı hatta bunun otizme bile yol açabileceği belirtilmektedir. Bunun bir teori olduğunu belirtmekte fayda var (hygiene_hypothesis) ama tüm bu artan temizlik aletlerine, alerjiye karşı klima ve elektrikli süpürgelere rağmen alerjisi olan sayısının arttığı da unutulmamalıdır. Tabii eskisi gibi doğayla iç içe yaşamıyoruz asıl sorun bu diyenlere bu argüman üzerinden tartışma kapısı açıktır.

http://en.wikipedia.org/wiki/Dust#Domestic_dust_and_humans

http://en.wikipedia.org/wiki/Hygiene_hypothesis

İşbu yazı tatile gitmeden önce temizlik yapmak istemeyen veya kendisi yardım etmiyorsa bile sevgilisinin/eşinin bile buna katlanmasını istemeyen erkeklere dayanak olsun amacıyla yazılmıştır.

Başta nefret ettiğimiz, hoşumuza gitmeyen şeylerin ısrar ettikçe hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi… Çocukken de böyleydi. Büyüyünce de değişmedi. Bir şeyde ısrar ettikçe ona alışıyor, onu sevmeye başlıyorum. Bu bir fikir de olabilir, bir yemek de bir kıyafet de bir kitap da, bir dizi bir insan bir şarkı da olabilir. Aynı metot hepsine işliyor.

Hani başarmak isteyip de tüm niyetiyle yola çıkıp da sonra yarım bıraktığımız bütün o işler var ya? Yeterince ısrar etsek hepsini başarırız herhalde. Kanıt olarak başardıklarımızı gösteriyorum. Tabii kimine ömrümüz, kimine fiziki veya mental olarak kapasitemiz yetmeyebilir – burada bir peri masalı yaratmaya çalışmıyorum.

Ama bunların içinde en etkilisi fikir olayı. Bir kenara yazıp aylar sonra dönüp baktığım yazılarım neden beni aylar öncesinde olduğundan daha fazla ikna ediyor acaba? Ya da ilk söylediğimde kafamda ‘üff amma salladım’ dediğim şeyleri ikinci defa söylediğimde kafam neden garip bir inanma hissiyle doluyor? Arkadaşlarımın sık sık tekrarladığı düşünceler eğer ilk günden karşı bir düşünce geliştirip ona tutunmadıysam neden her seferinde daha mantıklı geliyor?

Sadece karşı bir düşünce üretemediğim için olamaz herhalde bütün bunlar. Ya da sadece yeni düşünceler üretmeye, bulmaya, duymaya üşendiğim için.

Sadece bu değil ki ya duygular? Yeterince uzun süre nefret ediyormuş gibi davranınca nefret etmeye başlamak. Ya da bir şekilde daha önce sevmediğin birini veya bir şeyi sevmeye alışmak.

İnsan doğası bu kadar kolay yönlendirilebilir mi? Hem kafamızın alamayacağı kadar muhteşem varlıklar olduğumuz hem de en kıytırıktan müdahalede dağılacak kadar uyduruk mahluklar olduğumuzu biliyorum ama…

Ama yine de ilk harekete geçip telkin ile onu takip eden düşünceler sonunda mutlaka kazanır mı? Ya da en azından bir çıkış yolu olarak, bu düşüncelerin yerini yine telkin yoluyla daha güçlü düşüncelerin alması mümkün müdür?

Bu inandığım, insanların inandığı saçma sapan şeylere inanma nedenimizi biraz olsun açıklar mı?

En fikri sabitlerin farklı sesler duymadan yaşayanlar olması…

En fanatiklerin asla yalnız olmaması başka fanatiklerle takılması…

En inatçıların düşüncelerini kendine tekrarlamayı sevenlerden çıkması…

Yüzbinlerce insanın aynı yalanlara inanabilmesi… Milyonlarca insanın aynı şeyden nefret edebilmesi…

Bununla açıklanabilir mi?

Sadece bununla değil tabii ama… Belki. Dikkatli olmak lazım.

Notlar:

a)     Sırf kendimi sağlama almak için her duyduğum güçlü düşüncenin bir alternatifi de aynı anda üretilecek ya da bulunacak, ikisi bir arada anılacak

b)     İkinci veya üçüncü defa okunan, duyulan, görülen düşünceler kafanın bir kenarına not edilecek – telkin oluşma ihtimali araştırılacak

c)     Başkalarına bir düşünce aktarırken sonda yaptığım “ama tabii böyle böyle olursa… şöyle böyle de olabilir… şu şekilde düşünülürse…” alışkanlığına devam edilecek

d)     Kendi kendimin ve çevremdekilerin duygusal manipülasyonuna şimdilik devam edilecek (düşünceler serbest ama duygular şelale sloganından hareketle)

Sonuç olarak; elimdeki uyduruk beden, duygu ve zihinle elden gelenin en iyisi yapılmaya çalışılacak. İstisna olarak bunlarla birçok şeyi başarabileceğim konusunda kendime telkine devam edilecek.

Lisedeyken, ortaokuldayken, gençken, deli-kanlıyken kendime-arkadaşlarıma bakıp şöyle şeyler düşünürdüm: Eğer seks yapamamak dolayısıyla seks muadili eforlara ve düşüncelere harcanan vakit, beyin ve enerji başka uğraşlara kanalize olsa nasıl olurdu? Sonra yabancı filmlerde, dizilerde kolayca eşleşerek yolunu bulunan yabancı gençleri ve özellikle doksanlı yıllarda “gelişmişliklerine” gıptayla baktığımız ülkelerini görüp de Türkiye-diğer ülkeler karşılaştırması yaptığımda da kendi kendime gerekçeli kararımı verirdim: Herhalde Türkiye çok daha ileri giderdi, fırlardı, coşardı…(bu nokta herhalde tekrar düşüncelerimi kaybettiğim yere denk geliyor).

Yine düşündüğüm başka bir şey de bu verimli yılları, yine abilerimizin-ablalarımızın haline bakıp önümüzdeki verimli yılların da, büyük kısmını yine bu “ah tam düşünmeye başlamıştım ki ne oldu ben de anlamadım” haliyeti ruhiyeti içerisinde geçirdiğim ve geçireceğimdi. Nitekim çok değil işte birkaç yıl sonrasında; eskiden vız gelip tırıs geçen günlük zihinsel kavrayışların, basit algoritmik-analitik sorunların karşısında her an mallaşabilen ben, o verimli yılların geride kaldığının birinci elden tanığıyım. Yani geçmişteki verimli ben geleceğim konusunda oldukça haklıymışım.

Sadece kendi adıma konuşmak istemiyorum, arkadaşlarımı da kendimle birlikte aşağı götürmek niyetindeyim – öylesi daha az utanç verici; acaba diyorum, sekse kavuşsaydık da yine beyin acaba çoğunlukla seks-ilişki-aşk üçgeninde düşünce üretmekten ileri gidemez miydi? Bunu bilmek artık zor. Belki özgürce sevişerek büyüyen biri bizi aydınlatır.

Neyse ki o zamanlarda; şimdi de geçmişe dönüp geri bildirim yaptığımda neden sevişmenin gerçekleşmediği konusunda da kafa yorma şansım oldu. Malum seks ile ilgili düşüncelerini bitirdiğinde beyin seks ile alakalı düşüncelere de biraz olsun yer açıyordu.

Belli bir yaşlanma, bol film-kitap, ziyadesiyle çok ilişkinin derdini çoğunluk erkek ama nispeten kız perspektifinden de gözlemleme şansı bulduktan sonra vardığım başka bir karar daha var: Erkek’in manipülatif-adanmış-yalvaran-nispeten zavallı etkisi göz ardı edilemeyecek olsa da seks ve ilişkide son tahlilde karar kadınındır (seksi açık açık kullandığım için ilişkinin burada genelde seks diyemeyen insanlar tarafından kullanıldığı sevişme anlamında değil de iki insanın iletişimi ve manevi beraberliği anlamında kullanıldığının anlaşıldığını umuyorum).

Hangi filmde olduğunu hatırlamamakla birlikte, şu espri güzel bir şekilde özetler sanırım: Kadınla ilk randevusuna gelmiş erkek konunun ilk buluşmaların gergin olmasına gelmesi üzerine “ben erkeklerin neden gergin olduğunu biliyorum, çünkü biz bütün gece sonunda seks olacak mı diye düşünüyoruz ve bilinmeze yol alıyoruz, ama kadınların neden gergin olduğunu bilmiyorum; çünkü onlar gecenin sonunda ne olacağını biliyor.”

Belki benim bu karara varmamda yine Türkiye’nin boğucu “çıkmak zor, sevişmek imkansız” kültüründe ezilmiş olmam yatıyordur ve o kadar da doğru değildir.

Ancak kadınların da kafayı ne kadar ilişkilerle ve asla kabul etmeyecekleri kadar seksle bozdukları düşünülürse beyin göçünün sadece erkeklerden olmadığı kesin.

Seksin kolay olduğu bir ülkede olsak değişen ne olurdu? İşte bu apayrı bir yazı, blog, kitap konusu. “Seksin kolay olduğu hayali bir Türkiye geçmişi” üzerine yazılacak bir romanın haklarını hemen burada kendime saklıyorum. Ama gelin neden seksin kolay olmadığı üzerine düşünelim (eğer şu anda hala daha seks düşünmüyorsanız tabii).

Her zaman olduğu gibi bir erkek olarak suçu kadınlara atmama izin verin. Ne ilk ne son olacağı için bu noktanın yazının geri kalanında kaybolacağına güveniyorum.

Türkiye’de gençler özgürce sevişemez, sevişirse gizlemek zorundadır, sevişmek normal değildir. Siyasetin son on yılının göz bebeği kavramı muhafazakarlık Türkiye’de bu konuda bakidir. Yani koruma. Kızını koruma, bekaretini koruma, namusunu koruma, mahalledeki adını koruma. Yani devamlı bir muhafaza hali mevcuttur.

Şimdi gençliğimde doyasıya kullanamadığım beynimin sözde bilimselleşmesine izin vererek soruna kendi bokunu koklamakta olan köpek misali ürkek ama meraklı bir şekilde yaklaşıyorum. Tasmamı çekiştirmeyin.

Sevişmede son karar kadınındır.

Erkek hep hazırdır, en azından öyle olduğunu iddia eder.

Bu durumda Türkiye’de daha çok seksin olmamasının nedeni kadınlardır.

Kadınlar da erkekler gibi/kadar yaratıları gereği cinsel dürtülere sahiptirler, dolayısıyla sevişmek isterler.

Bu durumda kadınlar neden sevişmez?

Kadınların (kızların?) sevişmeme kararını almada bir kişisel faktörler bir de sosyal faktörler olduğunu varsayalım. (Fiziksel bir faktör düşünemiyorum, yani aklıma gelen birkaç bayağı örnek dışında.)

Sosyal faktörler herhalde üstünde daha kolay uzlaşılabilecek olanlardır: Aile baskısı. Çevre baskısı. Bekarete atfedilen önem. Belki, uygun erkeklerin de azlığı.

Bir birey olarak kadının da cinsel dürtüleri olduğunu ve bunu istediğini düşünürsek kişisel olarak sevişmeme kararı almasında fizyolojik değil duygusal nedenler olduğu kanaatine varmalıyız. Varalım. Kendisini duygusal olarak sevişmeye hazır hissetmiyor olabilir. Burada da duralım. Bir kadının nasıl hissettiğini bilmeye gençken sevişmeye ne kadar yakınlaşabildiysem ancak o kadar yakınlaşabildiğim için kadınların sevişmemek için duygusal nedenleri konusunda bundan daha fazla konuşmam katliam olacağı için burada susuyorum.

Ama mantıksal olarak çıkarım yapmaya kalkarsam, şüphesiz ki (çıkarım yapmaya kalktığım anda tüm şüphelerim son buldu) her duygusal, kişisel kararda olduğu gibi aslında sevişmemenin altında yatan kişisel nedenlerin arkasında da sosyal faktörlerin yer aldığını söylemek yersiz olmaz. Yani kadınlar sevişmemeye karar verirken sosyal faktörlerden ve kişisel faktörlerden etkileniyorlar. Ama bu kişisel faktörler de zaten ağırlıklı olarak (bir anda ağırlıklı oldu ama arayı siz yazıverin) sosyal faktörlerden etkileniyor/kaynaklanıyor.

Şimdi bu kadar yazıdan sonra asıl söylemek istediğime yaklaşıyorum. (Aslında yaklaşmadım ama devam etmeniz için böyle yazmak durumundayım.) Yazıyı yazmaya başlarken içimden çıkarmak istediğim, bünyemden atmak istediğim cümleye, düşünceye geleceğiz birazdan. Bu kadar dolaşmaya gerek var mıydı derseniz? Evet, çünkü siz bunu hak ediyorsunuz. Ama aynı zamanda bu noktada itiraf etmek de istiyorum; aşağıdaki düşünceye vardıktan sonra yazının geri kalanını ona göre dizayn ettim. Her şeyi onun için yaptım. Yani bir bakıma düşünce vardı. Sonra oraya sizi üsturuplu bir şekilde getirebilmek için nasıl bu düşünceye ulaşılabileceğinin yollarını aradım. Yani sonunda seks olacağını bildiği için gerçekten bir kıza aşık olan erkek davranışı sergiledim.

Devam edelim. Demek ki ağırlıklı olarak kadınların sevişmesini frenleyenler sosyal faktörler. En azından tartışılamayacak bilimsel yaklaşımımız (oksimoronlar bir fikri her zaman güçlendirir) bizi bu noktaya getirdi.

Peki ne oluyor, nasıl oluyor da bu sosyal faktörler kadınları frene bastırıyor. Çünkü ben gaza basmaları için gençlik yıllarımdaki uzun düşüncelerim sayesinde birçok neden buldum. En başta da şüphesiz tüm sosyal faktörleri ortadan kaldıran “toplumdan gizli sevişme” var. Sakın bu noktada gaza gelip “zavallı Cem, senin haberin yok zaten insanlar gizlice sevişiyorlardı” olayına/yalanına girmeyin. Özellikle lisede, üniversite, nispeten üniversite sonrasında bile; sevişip de bunu anlatmayacak, hadi centilmense de en azından çıtlatmayacak-ima etmeyecek erkek sayısının çok olduğunu iddia etmek durumunda kalmış olursunuz ki, bu komik. Yok biz kızlar kendi aramızda sevişiyorduk sizin haberiniz yoktu diyorsanız ayrı.

Nerede kalmıştık? Cümleye doğru gidiyoruz. Ellerindeki çeşitli olasılıklara rağmen sevişmeyi, bırakın sevişmeyi cinsel atraksiyonlarda bile bulunmayı reddeden, erteleyen, buna direnen kadınların kararının arkasında ne yatıyor?

Bu noktada Türk kızlarını daha iyi anlayabilmek ve ortak ve farklı değerleri kıyaslayabilmek açısından daha önce bahsedilen “nispeten daha rahat sevişen dünya” ve Türkiye’nin de içinde olduğunu baştan beri varsaydığımız “sevişmenin normal olmadığı dünya” adlı iki ayrı grupla karşılaştıralım.

Toplum yapıları ve seksin toplum içindeki yansıması şüphesiz farklı. Misal, bizde evli olan insanların da yaşça büyük bekar insanların da seksi gizlidir. Oysa diğer dünyanın çocukları anneleri, ablaları, amcaları, teyzelerinin sevişmesini büyüyerek izliyor. Açıkçası bu farkları fazla anlatasım yok, eğer bilmiyorsanız gidin öğrenin, gençliğimde yeterince düşünüp dertlendik (burada yine arkadaşlarımı satıyorum).

Ama sevişmeyen dünya ile ortak yapıya bakmakta fayda var. Toplum yapısı, sevişmeye bakış açısı, v.b evet. Daha önemli olan ve sadece “sevişmeyen dünya” ile değil “sevişen dünyanın” sevişmeyen çocuklarında da ortak gözlenebilen nokta ise aile etkisidir.

Malum bizde aile önemlidir. Aslında yurt dışında da önemlidir. O zaman? Bizde ailenin daha önemli zannedilmesinin nedeni “aile” kavramının hayatın çok daha önemli bir noktasına oturtulması ve kişinin oluşturulmasına izin verilmeyen bireyselliğine, kişiliğine aile dışındaki etmenlerin de sokulmasına izin verilmemesi olabilir mi? Biliyorum ilk defa ilginç bir şey söyledim (bkz. Şartlandırma) ve üzerinde çok yazmak gerekir; ama yazsam bu sefer de çok uzun olacak ve okunmayacak.

Madem ısrar ettiniz, sadece bir paragraflığına açalım konuyu o zaman… Sevişen dünyada da Türkiye’de de çocuğu aile büyütüyor ve hayatında oldukça büyük bir yer kaplıyor. Ancak toplum içinde ailelerin nasıl davrandığını gözlemleyerek bile varabileceğiniz çok basit sonuçlar var. Ve evet burada şımartmanın ve devamlı çocuğun peşinden koşmanın ötesinde sonuçlardan bahsediyorum. Bizde daha küçük bebelerden itibaren başlayarak çocuğun etrafının daha sıkı sarılması (etkileşim ve fiziksel olarak), çocuğun aile içinde mutlu/özgür olması-dışarıda limitlenmesi için elden gelenin yapılması, uğruna yapılan fedakarlıkların devamlı olarak hatırlatılarak çocuğun borçlu olduğunun hissettirilmesi, hayatta hayırlı evlat olmaktan daha üst hiçbir mertebe olamayacağının devamlı olarak altının çizilmesi… Bu gözlemler; toplumun da bireysellikten uzak kollektivist bir yapıya sahip olması, bir cemaat-grup’a ait olmanın gereklilik ötesi olarak gösterilmesi ile birleştirildiğinde yukarıdaki önerimi destekleyecek bir cevabın temelleri atılabilir.

Aile etkisinin sevişmeme kararında en önemli etmen olduğunu kanıtlayamadıysak da en azından güçlü bir teori/öneri olarak ortaya koyduğumuz sanısıyla bir adım daha atalım. Nasıl oluyor?

Ama buna gelmeden önce “Ne güzel seks konuşuyorduk neden olay birden bireysellik falan oldu” diyenlerden özür dileyeyim. Dediğim gibi amacım bir düşünceye varmak. Ama demediğim aslında bunun bir düşünce değil, kafamı kurcalayan bir soru olduğu. O yüzden mümkün olduğunca seks/sevişme kelimelerini tekrarlayarak sizi yazıda buraya kadar tuttum.

Toplum zaten ailelerden oluşuyor. Yani az önce sosyal faktörlerde sıralanan oluşumlar aslında ailelerin tekil değer/davranışlarının birleşiminden meydana geliyor. Ama tabii ki her aile birbirine benzer düşünmüyor. Ama her aile içinde yaşadığı toplumdan da doğrudan etkileniyor. Bu durumda ortaya ailenin ya kendi düşüncelerinden (ki bu ailelerin de zaten yine bu toplumda içinde büyüyen fertlerden oluştuğunu da düşünürsek) ya da içinde yaşadığı toplumun etkilerinden, en doğrusu da ikisinin etkleşiminden dolayı oluşturulan “sekse karşı bir duruş” ortaya çıkıyor. (Karşı esprisi doğal olarak oluşmuştur.)

Sonra çok daha evrensel bir durum etkiye giriyor; her aile kızlarının iyiliğini istiyor. Bütün bunların sonucunda da bu toplumun içine salacakları kızlarına direkt olarak demeseler de, ki emin olun sadece çok küçük bir yüzde direkt olarak demiyor, sevişmeden önce iyice düşünmelerini, beklemelerini, çok dikkatli olmalarını, etrafından gelebilecek tepkilere karşı haberli olmalarını öğütlüyorlar/hissettiriyorlar/yönlendiriyorlar.

Araya kısa bir hatırlatma; aslında bunların hepsini “sevişmenin daha kolay olduğu dünyadaki” aileler de yapıyor, ama önemli fark ‘ailenin öneminin’ farklı olması.

Peki Cem Yılmaz’ın son derece bilimsel bir şekilde ortaya koyduğu gibi doğal olarak yalan söylemekte usta olan, ailelerine birçok konuda karşı gelebilen, gerektiğinde hayatlarını gizleyen, içgüdüsel cinsel dürtülerinin etkisi altında olan, Türkiye’de kendisiyle sevişmek isteyen bol erkek seçeneğini bulmakta yurt dışındaki akranlarına göre çok daha az sıkıntı çeken ve her zaman için gizlice sevişme/cinsellik yaşama opsiyonunu elinde bulunduran bu kızları sevişmemeye iten en önemli etken olan aile etkisi nasıl çalışıyor? Sevişmemeyi geçtim herhangi bir atraksiyondan uzak durmaya neden olan aile etkisi nasıl çalışıyor?

Aileler kızlarını o kadar çok seviyor ve kızlar da ailelerini o kadar çok seviyor ki onları üzmemek için mi sevişmiyorlar?

Aileler kızlarının üstünde o kadar etkili ve onları o kadar korkutuyorlar ki bu kızlar sevişemiyorlar mı?

Aileler kızlarını öyle bir ikna ediyorlar ki kızlar da sonunda sevişmemenin gerçekten daha doğru/daha normal olduğu kararına mı varıyor?

Artist artist yazıp da sonunda aydınlatıcı bir bulguyla ortaya çıkacağımı sanmadınız ya? Evet, bu yazıyı sadece bu soru-acabaları sistemimden kusayım diye yazdım. Varsa cevabı, fikri olan beri gelsin.

Not: Ee evladım bir kıza sorsaydın ya direkt diyen arkadaşlara sorarım, sizce onlar biliyor mu? (Yoksa biliyorlar mı?!) İşte buradan sormuş oldum. Zaten herkes cevabı kendine verse bile yeter (yetmez) bana.

 

Ah ne rahattır yaptığı saçma sapan esprinin, söylediği beyne zarar cümlenin üstüne “dermişim”i çakan çakma tikinin kafası. Ama yoktur dayanacak bir ideolojisi zannetme, 1894’de insan hakları hakkında en büyük düşünceleri üretmiş Jean Jules le Teverne’in de dediği gibi ‘Demedim, öyleyse dedim demeyin’…dermişim.

Başbakan üsturuplu bir dermişim çekerken Kılıçdaroğlu da internette dolaşan bir espriyi siyasi beyan olarak öne çıkarıyordu, onun da adı vardır elbet; misal ‘internette görülen düşünce, espri, karakterlerin gerçek hayatta da aynı şekilde varolduğu sendromu.’

Başka bir sendrom olan ‘uyaklı dile getirilmiş düşünce, uyağına hayran kalırken arada ikna da eder’ sendromundan yararlanarak asıl durumu açalım.

Bu ülkede Stockholm sendromu yaşayan birileri varsa o da bütün bu olanları masumane bir şekilde düşünce süzgecinden geçirmeye devam eden düşünen insandır.

İnsan kavramının içinde otomatik olarak yer alması gereken bu niteliğin sıfat olarak başa gelmesi de aynı şekilde akla zarardır.

Gerçekten kafaya kısa devre yaptıracak çok fazla şey oluyor, değil ülkede değil dünyada ama asıl nedeni ‘hayat’tır.

Beyni korumak için bütün dış etkilere kaparsan bu sefer de beyin kendi kendini imha et düğmesine basacaktır.

Yöntemi de bellidir ‘dışarıda düşünülmesi gereken şeyler var’ tümcesini aşırı yükleme yaptırıncaya kadar tekrarlayacaktır.

Bir elde aşırı yükleme bir elde kısa devre, beyni nereye yatırsam, en iyi getiri beni nereye götürür şeklinde düşünürken neden insan kendi beyniyle, vicdanıyla helalleşemez ki diye de sorabilir insan. Ama ‘beyin’ helalleşmez çünkü açıkken seni reddeder, ona yaptıklarını unutmaz, toplumsal baskı ona komaz; kapatırsan da zaten zıvanadan çıkar. Nasıl mı? Seyret.

[Beyin kapa] Belki de başbakanın helalleş-me isteğini İslam’a daha uygun şekilde yaşamaya başlamamız temennisi olarak okumalıyız. [Beyin aç] Demek ki böyle çıkıyormuş bazı düşünceler ortaya. [Beyin kapa] Eğer Başbakan seçimi bu kadar güçlü bir şekilde kazandıktan sonra hala daha dostça bir el uzatabiliyorsa, bundan sonra asıl sorumluluk uzatılan bu eli tutacak olanlardadır. [Beyin aç] Ya da böyle.

Neyse ki porno yararlı mıdır ya da bilim insanı mı bilim adamı mı gibi yararlı tartışmalar da yapılabiliyor bu ülkede. Birisi gerçekte varolan bir durumun incelenmesi diğeri de gerçekten umursayan kadınların toplumda yapabilecekleriyle ilgili kendilerini sorgulamaları açısından… Aaa bir saniye asıl komik bulunması, hafif görülmesi gereken sorunlar bunlardı, karıştırdım. [Beyin kapa/aç] Arada bir reset atmak lazım. Bir an boş bulunup beyni boşa aldım, beyni boşa alınca o da fazla rahat etti, düşündü gitti heyhat. Hemen bir açılım bakanına göstermek lazım, bi açılsın kendine gelsin.

[Beyin kapa] Dostum, bu konulara neden bu kadar takıyorsun ki? Bak ne güzel bir gelecek var önünde, keyfin yerinde… [Beyin aç] Hata mesajı #21: Beyniniz bir kereliğine de olsa gerçekten boşvererek eski umursama kapasitesine asla ulaşamayacak şekilde zarar gördü.

Beyin: İyi de ben yıllar önce boşvermiştim.

Beyin: Doğrudur. Herkes en az bir kere boşverir. Boşver.

Beyin: E, ama o zaman nasıl oluyor? Hani umursamamam lazımdı buna göre?

Beyin: Tam kapasite dedik canım. Kalanıyla istediğini yapabilirsin. Öyle böyle değil, kapasiteyi iyice azaltırsan başkalarına boşvermelerini bile telkin edebilirsin.

Beyin: Hmm, bu herhalde beynin kendi kendini korumak için kendi kendine geliştirdiği bir refleks olmalı. Bir kez olsun boşvererek aşırı umursama tehlikesini bertaraf ediyor.

Beyin: Vay be nasıl da kolayca çözüverdin tüm sorunu. Helal olsun!