Ekim, 2011 için arşiv

Medyayı anlamaya çalışanlar uzun bir süre (soğuk savaş döneminde dönüp geriye baktıklarında, soğuk savaşın son döneminde ve çok sonrasında bile) bu konuyu Noam Chomsky ve Edward S. Herman’ın bir nevi klasik sayılan Manufacturing Consent (1988) (türkçeye direkt olarak Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir diye çevrilmiş) kitabındaki fikirlere yüz çevirdi. Aslında bunlar artık o kadar bilinir hale geldi ki günümüz ortalama dikkatli okurları da “Propoganda Modeli” olarak adlandırılan bu model içerisindeki öğelerle analizlerini yapmaya devam etmekteler. Bu model medyanın hükümetten nasıl etkilendiğini açıklamada kullanılır. Hala geçerli olanları: (daha…)

PKK, terör sorunu ile Kürt sorunu aynı değildir.

Kürt sorunu, sorun olduğu kadar haksızlıktır, anti-demokratikliktir ve insaniyet-hakkaniyet eksikliğidir.

PKK sorunu Kürt sorununa bağlıdır, bundan etkilenir, ama Kürt sorununun çözülmesiyle ortadan kalkmayacaktır. Ancak bu Kürt sorununun çözülmemesi gerektiği anlamına gelmez. Ve Kürt sorununu çözmek PKK, terör sorununu çözmeyecekse bile buna büyük bir darbe vuracaktır.

Bugün PKK ortadan kaldırılsa, terör bitse de Kürt sorunu sorun olmaya devam edecektir. Ve daha öncekinden daha az bir sorun olmayacaktır. Bu aradaki farkı fark edemiyorsan birilerine senin adına haksızlık yapıldığı konusunu atlıyor olabilirsin.

PKK yurt dışındaki bazı ülkelerin ve çıkar noktalarının ve örgüt içinde bu durumdan para, güç kazanan bazı insanlar yüzünden devam ediyor olabilir ama asıl etkinliği ve var olmasını sağlayan Kürt sorunudur. Suçu bu üç noktaya atsak ve bu üç noktayı kurutsak da PKK yine var olabilir. Zaten senin bu üç gerçeği değiştirme şansın yoktur, o yüzden değiştiremeyeceğin şeylere ancak kızabilirsin ve suçlayabilirsin. Ama daha önemlisi, PKK bu nedenlerle bile hareket ediyor olsa dahi hareketlerinin anlamını, insana düşündürttüklerini değiştiremezsin. PKK her asker öldürdüğünde, eğer hala daha başka bir Kürt’ün sorunu devam ediyorsa, bu ikisinin aynı açıda, konuda, düzlemde görülmesini önleyemezsin. İkisi birbirinden bağımsız bile olsa. Oysa sen Kürt sorununu düzeltmek, iyileştirmek için kızmaktan ve suçlamaktan fazlasını yapabilirsin.

PKK’nın son otuz yıldaki eylemlerinin Kürt sorununun daha açık bir şekilde konuşulmasına, tartışılmasına yol açmış olduğunu katılabilirsin ya da katılmayabilirsin. Burada asıl sorun bu iki seçeneğin ortaya çıkmasında senin ve devletinin, sadece sen halkı olduğu için var olabilen devletinin, hatası olmasıdır. Eğer Kürt sorunu olmasa veya daha öncesinde konuşuluyor olsaydı bu seçenekler en baştan ortaya çıkmazdı. Eğer PKK terörünün azaldığı dönemlerde bu sorunu konuşma, tartışma artmış olsa bu seçeneklerin kabul edilebilirliği de azalırdı.

Eğer sen insanların ölmesi suçunu sadece başkalarının üzerine atarsan insanlar ölür. Çünkü birisi birisini öldürüyorsa bir kişiyi daha öldürebilir. Sen de onu öldürebilirsin. Ve sen de, ama devlet eliyle ama attığın oyla ama söylediğin düşünceyle, bir kişiyi öldürebiliyorsan devamında bir kişiyi daha öldürebilirsin. Yıllarca birilerini öldüren birçok insan öldüğüne göre ve hala daha birileri birilerini öldürdüğüne göre, demek ki birileri birilerini öldürse de her daim birilerini öldürecek birileri bulunabiliyor. O yüzden birilerinin birilerini öldürmesiyle birilerinin birilerini öldürmesini durdurabileceğini düşünme.

Eğer sen son otuz yıldır yaptıklarını, düşündüklerini, söylediklerini yapmaya, düşünmeye, söylemeye devam ediyorsan; ve eğer şans-üstün olma eseri otuz yıl önce çok ilerici bir düşünce içinde değildiysen, yanlış yapıyorsundur.  Çünkü otuz yıldır insanlar ölürken de sen bunları yapıyor, düşünüyor ve söylüyordun.

Eğer sen otuz yıldır yapılanları, düşünülenleri, söylenenleri aynı şekilde yapmaya, düşünmeye, söylemeye devam edenlere evde, sokakta, internette, telefonda, politikada, hayatta karşı çıkmıyorsan, neden karşı çıktığını söylemiyorsan, sen savaşmıyorsan… bazı gençler senin yerine savaşır ve ölür.

Ve sen bundan etkilenmezsen, bunu umursamazsan da senin insanlığın ölür.

Başın sağolsun.

Uzun zamandır ertelediğim bir konu var. O konuya şimdi de girmeyeceğim. Önce konuyu, sonra girmeme nedenini söyleyeyim. Milliyetçilik insan türünün bugünkü gelişmişlik seviyesinde geçici olarak ortaya çıkmıştır, bir realitedir ama uzun vadede önemini kaybedecektir; daha önemlisi baştaki imparatorluklardan ve diğer despotik ve emperyalist sömürgeciliklerden kurtulmadaki önemli rolünü hızla geride bırakarak zararlı, ayrımcı, sınırlayıcı ve insanoğlunun gelişimini engelleyici bir hale gelmektedir. Peki temel olarak geçici ve zararlı olduğunu düşündüğüm bu kavram konusundaki düşüncelerim üzerinde neden yazamıyorum?

Çünkü bir başka soru/çelişki da her an karşıma çıkıyor. Değişik şekillerde:

Birincisi bu blogun ana misyonlarından birinin Türkiye’deki hayat, politika ve insan ile ilgili olması, yazdığım çoğu şeyin dönüp dolaşıp Türklük üzerine gelip düşünmesi.

İkincisi kendimi tanımlarken veya kendimi açıklamaya çalışırken Türklük kimliğinden kaçamamam, zaten kaçmamam – ki bu sadece bir realiteden kaçamamak olsa sorun olmaz – ve kaçmamamın ötesinde bunu bir şekilde sahiplenmem, işlevsel olarak kullanmam ve açıklamalarımın temeli yapmam.

Üçüncüsü kendimi milli konularda insani, bireysel veya düşünsel nedenlerin ötesinde, gerekli olmayan bir fazlalıkla duygusal olarak etkileniyorken buluyor olmam – ama bu gurur duymam şeklinde olsun ama bir konuda aşırı üzülmem veya sinirlenmem şeklinde oluyor olsun.

Dördüncüsü Kürtlerin milliyetçilik ekseninde kendilerini ifade edebilmeleri gerektiğinin önemini ve bu konudaki haklarını savunmam – ki bu diğerlerine göre daha zayıf çünkü a) despotik rejimlerden kurtulmak için milliyetçiliğin kullanılabileceği bir alan olarak görüldüğünü zaten kabul etmem b) günümüz realitesi içinde kaçınılmaz oluşu.

Beşincisi ve en belki en önemlisi Türklük kimliğinin, anlayışının ve kültürünün değişmesi ve geliştirilmesi gerekliliğine olan naif inancım ve bununla ilgili düşünmek zorunda olduğunu hissetmem.

Peki bu çelişkiye yol açan konuları şimdilik nasıl cevaplamaya, açıklamaya çalışıyorum?

Birinci konuyu şimdiye kadar süregelmiş hayatımda zorunlu olarak bu konunun hayatımda daha büyük bir parçaya sahip olması (rastgele olarak Türk bir aileye doğmamdan kaynaklanan) ve Türkiye’de yetişmiş olmam ile ilgili olarak bu konuya daha hakim olmam (diğer konulara kıyasla yoksa belli bir uzmanlık olarak algılanmasın) ve bu konunun benimle ilgili daha ilgili/ilintili olması; dolayısıyla benim küresel olan bir konuyu veya insanın doğasıyla ilgili konuları açıklarken bile bu hareket noktasına dayanmak zorunda kalıyor olmam ile açıklamaya çalışıyorum. Başka bir neden de bu konulardaki düşüncelerimin daha yararlı, başarılı ve alakalı olabileceğini düşünmem. Aynı nedenden devam ederek geliştirirsem, tabii ki Dünya’nın bütün sorunları üzerine düşünemeyeceğime göre en azından benimle doğrudan bağlantılı bu sorunları düşünmemin de yadırganacak bir yanı yok düşüncesiyle de bu gerçeği daha kolay bir şekilde hayatımın bir parçası yapıyorum.

Son nedenden yola çıkarak beşinci konuyu da açıklamaya çalışıyorum. Yani Türklerin ve Türkiye’nin ve bunu çevreleyen sorunları çözmek için elimizden geleni yaparsak ve tabii geri kalan diğer milliyetlerdeki insanlar da kendileri ile ilgili sorunları çözmek için elinden geleni yaparsa Dünya daha iyi bir yer olabilir inancı bu konuya biraz daha açıklık kazandırıyor. Bir nevi herkesin kendi evinin önünü süpürürse sokak daha temiz olur (aslında sokak da temizlenir de olabilir bu söz ama daha temiz daha güzel çünkü sokak tamamen temizlenmeyebilir ama daha temiz olacağı da kesin, değil mi?)

İkinci konuyu da yine rastgele olarak Türk bir aileden doğmuş olmam ve ben kendimi Türk olarak tanımlayacak olmasam bile Dünya’da geri kalan insanların çoğunun ve günümüz realitesinin zaten beni Türk olarak tanımlamaya çalışacağı ve bu konudan zaten kaçamayacak olmam ile açıklamaya çalışıyorum. Aynı zamanda Türk kültürüne ait özelliklerin kimi benim seçimimle, kimi benim elimde olmadan kanıksanarak, kimini de kendim seçtim zannederken aslında yine alışkanlıktan dolayı bünyemin değişmez (ya da çok zor değişir) bir parçası haline getirmiş olmam da bu konuyla ilintili.

Dördüncü konuyu direkt olarak konuyu verirken açıklamaya başlamıştım. Ama çok basit bir şekilde desteklemek gerekirse bu konuyu milliyetçilik ekseninden çıkarak çözülme şansına sahip olduğuna inanmadığım için (en azından ön görülür bir gelecekte) Kürt milliyetçiliğinden ve Kürtlük tanımı üzerinden gelen çözümün ve anlayışın yine de bugünkü durumdan daha iyi olmasını savunduğumu söyleyebilirim. Yani Kürt milliyetçiliğini de en az Türki milliyetçiliği ya da diğer tüm milliyetçilikleri kadar geçici ve zararlı bulsam da bizi daha doğru bir noktaya getirebilecek olmasından dolayı desteklemekte bir sorun görmüyorum.

Üçüncü konu en zor açıklanabilir konu. Nedeni de herhalde daha çok psikolojiyle ve karakterimle alakalı olması. Bu gurur duyma/değer verme meselesini şunlardan birine bağlayarak işin içinden çıkabilir miyim?

        Türklüğün beni bugün olduğum kişi yapmış olması ve bu yüzden borçlu hissetmem

        Türklük sayesinde bugün sahip olduğum değerlere ve imkanlara sahip olmam bu yüzden minnettar olmam

        Yetiştirilme şeklim, eğitimim, olası beynimin yıkanmış olması

        Çevremin ve geçmişimin bu öğeyle dolu olması ve bu gerçeğin değiştirilmez olması

Bütün bu nedenler ilk bakışta güçlü nedenler olarak görünse de hepsinin zayıf olduğu noktalar var:

        Bilim dünyası her geçen sene yetiştirilme şeklinden çok daha fazla olarak kişiliğimizin aslen genlerden etkilendiğini söylüyor. Özellikle evlat edinilmiş çocuklar üzerinden yapılan araştırmalar bu konuyla ilgili çok güçlü kanıtlar ortaya koyuyor.

        Türklüğün bugün bana verdiği değer ve imkanların daha iyisine başka bir milliyete sahip olsaydım sahip olabilirdim argümanı. Yani aynı noktadan hareket ederek insan Türklükten nefret de edebilir, bu yüzden de sağlıklı bir dayanak noktası değil

        Türkiye’de azınlık olduğum (birçok birçok açılardan) gerçeğinin Türklük ve Türklerle ilgili daha fazla yakınlık duyma ve değer verme değerini açıklayamıyor olması. Bir gün gelir de (hatta belki bugün bile) başka milliyetlerde daha büyük oranda insanlarla daha fazla örtüşen değerlerim olabileceği gerçeği de yine bu açıklamaların tersine çalışıyor.

Ama dediğim gibi işin bu duygusal yakınsama konusu açıklanması en zor kısmı.

Yine de bütün bu nedenlerin açıklanamıyor olması rasyonel bir şekilde vardığım “Milliyetçilik” kavramı ile ilgili düşüncelerimin yanlış olduğunu kanıtlamıyor. Ama dediğim gibi daha bu kavram ile ilgili düşüncelerimi tamamıyla tartışabilecek konumda değilim. Şurası kesin ki bütün bu nedenlerin altında, mantık ile açıklanamayan kısımlarında, benim insan olmamdan gelen zaaflarımın rol oynadığını ve bir şekilde daha doğru olan düşünceye ve davranışa varmamı önleyenin de kendi zayıflığım olduğu ‘hissi’ aşikar. Düşünmek de bu hisleri açıklamak için ve doğrulamak (ya da yanlışlamak) için var olduğuna göre en azından doğru yolda olduğumu düşünerek teselli bulabilirim.

Türklükle ilgili (ya da milliyetçilikle) ilgili tufaya düştüğüm (kendi tarafından düşürüldüğüm) bir anı paylaşarak bütün bu nedenlere ve açıklamalara bir örnek getireyim. Ama bunu yaparken de halihazırda “daha doğru davranışa” ulaşamadığıma göre Türklükle ilgili ve Türk kimliğiyle ilgili şimdiki Dünya gerçeklerinin pratikliğinde yine de geçerliliği ve yararlılığı olduğumu düşündüğüm bir tanımlama çabasına da girmiş olayım. (Burada gülüyor olduğumu açıklamak isterdim ama emeticon kullanmadan bu işi yazıyla yapabilme yetimi oldukça kaybetmiş olduğumu not düşerek geçeyim.)

Bir arkadaşımın “Keyfine göre tanımladığı Müslümanlığı yaşayanların Müslümanların Türkiye’sinde, Türk olup Müslüman olmamak” (başlığın kendisi başlı başına güzel bir çelişki örneği zaten) yazımla ilgili bana yönlendirdiği sorulardan biri ve ona verdiğim cevap:

S: […] Ama son anda oltaya yakalandın, onu da söylemem lazım.”Türk’üm” derken hangi Türk’ü kastettin hocam? Üç hilaldeki Türk mü, Ahmet Türk’ün soyadındaki Türk mü, Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyenindeki Türk mü?”,…Ben Türk müyüm? Türkiyeli mi desem? Annemin dedesi Gümülcine’den babamın dedesi de Kağızman’a yakın bir yerlerdenmiş sanırım. Şimdi Yunanistan var, Bulgaristan var, Ermenistan var, Gürcistan var, Rusya var. Nedir hocam bizim durum? What is a Turk?

C: Türk nedir ise çok basittir. Türk olmayı ben kendime göre tanımlayabilirim değil mi? Çünkü bir kutsal kitabı, bir peygamberi, kesin çizgileri yok. Evet aslında Türk nedir konusu da tartışılabilir, hatta ayrı bir yazı çıkabilir.

Ama şunu anlatarak bitireyim, çünkü dün gördüm çok hoşuma gitti, uygun da gidiyor. http://www.ted.com/talks/malcolm_gladwell_on_spaghetti_sauce.html 80li yıllarda Pepsi dietini çıkaracak bir adama gidip aspartam oranını belirlemesini istiyorlar, o da üzerinde çalışıyor işte Pepsi’nin koyduğu kurallar çerçevesinde %8 ile %12 arasında olması gerekiyor. 8.1’den başlıyor 12ye kadar bir sürü örnek çıkarıyor denetiyor insanlara. Ondan sonra bir sürü insanın cevabından en çok tercih edileni bulmaya çalışıyorlar ama böyle bir data yok. Pepsi de diyor ki ortadan gidelim, %10 olsun işte. Sonraları, 80li yılların başında Amerika’da tek tip bir domates sosu var. İtalya’dan gelen sos. Çünkü domates sosunu popüler yapan o. Campbells geliyor diyor ki bize en doğru domates sosunu bul. Ama bu sefer Howard Moskowitz tecrübeli, diyor ki tek gerçek bir domates sosu yoktur. Çünkü tek bir zevk yoktur. Değişik bir sürü domates sosu yaptırıyor mutfağa, denetiyor. Sonunda düz, baharatlı ve domates parçalı üç sos çıkıyor. Firmanın 35 yıldır yapmakta olduğu fokus gruplarda bir kez bile olsun ben domates parçacıklı sos istiyorum diyen olmamış. Ürünü çıkarıyorlar. 80li yılların değil, bugüne kadar en çok kazandıran ürünlerden biri oluyor. Bugünkü değişik ürünlere, ürün çeşitliliğini buna borçlu olabilirmişiz.

Benim buradan çıkardığım sonuç, tek bir Türk tanımı yapmaya çalışırsak zaten yanlış yapacağımızdır. Bir sürü Türk çeşidi vardır, ama hepsi Türk’tür.

Sorun: Kendiniz saçma, gereksiz, zekice yapılmayan, iyi planlanmamış, getirdikleriyle karşılaştırıldığından aşırı zahmetli, mantıksız, doğru ve ahlaki bulmadığınız, tercih etmediğiniz bazı işlerden kaçarken sırf arkadaşınız ya da sevdiğiniz için bu işleri yapmak zorunda kalmanız. Arkadaşınızı kendi düşünce şeklinizle bu işi yapmamaya ikna edememeniz.

Örnekler:

Kendiniz eşyalarınızı insan gibi kargoya verirken arkadaşınızın “Ya, İstanbul’a birlikte gidelim mi? Bu arada benim götürmem gereken eşyalarım vardı, üç büyük bavul, birini sen alırsın artık” gibi basit bir örnekten başlayabiliriz.

Siz faturaları internetten öderken arkadaşınız bilmediği ya da “ben o internete güvenmiyorum arkadaşçılığından” ya da “ya ben böyle alışkınım sorun değilciliğinden” bankaya gitmesi ve sizi de oraya sürüklemesi gibi birçok orta dereceli örnekle konuyu genişletebiliriz.

Sıkıcı arkadaşlarına ya da akrabalarına açık olamadığı ya da yalan söyleyemediği için sizi garip ve sıkıcı toplantılara sürüklemesinden ve “bir kere söz vermiş bulundum” gibi bahanelerinden bahsedebiliriz.

Ortak tanıdığınız bir insanla yüzleşemediği için bir yalanı yaşamaya devam etmesi ve sizi de bu yalanı yaşamaya zorlaması gibi bir örnek de dahil edebiliriz. Mesela kendi sevgilisine saçma bir şeyi yapmaması ya da söylememesini söyleyemediği  için sizden de “ya idare ediver” istemine girmesi.

Sevmediğiniz veya basitçe sıkıcı bulduğunuz bir insanı devamlı olarak size haber vermeden çağırması veya siz yanındayken çağırması ya da sizi onların yanına çaktırmadan sürüklemesini de örnekler arasına alabiliriz.

Kız arkadaşına sürpriz yapmak için ve on dakika yanında olmak için size 5 saatlik bir yolculuk yaptırmasını da absürt ve saçma örneklere ekleyebiliriz.

“Aslında benim işim değil ama şirketteki kimse yapmadığı için ben yapmak zorunda kalıyorum” deyip eve getirdiği işi yapabilmek için sizden yardım istemesi gibi bir örnek daha verebiliriz.

Mesela siz arabanızın ne kadar temiz olduğuyla o kadar ilgilenmezken onun inatla sizi 1 saatlik araba yıkama seanslarına sık sık sürüklemesi, hatta arabayı sık sık kendi yıkaması ve sizi de bu işleme katılmaya zorlaması gibi tercihe dayalı – ama pek de çevreci olmayan – bir işe sürüklemesi ile örnek çeşitlerini artırabiliriz.

Sırf bedava doğum günü keki için garsona yalan söyletmesi gibi örneklerle biraz daha ahlaki konulardan bahsedebiliriz.

Sizi beraber uyuşturucu kullanmaya teşvik etmesi kadar ekstrem örneklere götürebiliriz.

Eminim herkesin her bir değişik arkadaşıyla ilgili başkasının hiç düşünemeyeceği bu şekil ‘uğraşılarla’ karşılaşmışlığı vardır.

Asıl sorun bütün bunları bize de yaptırmaya zorlaması olduğu kadar, ayrıca bazı örneklerde başka bir sorunla ortak konu oluşturduğunu da görebiliyoruz; “arkadaşınızın, sevdiğinizin saçma sapan, akılsız işlerle kendini yıpratması, kendine zarar vermesi. İnatla bunu sürdürmesi.”

Olası Çözümler:

Not: Arkadaş yerine aile bireyi ya da sevdiğiniz biri kelimeleri gelebilir.

1)     Yapmayacağım demek. Genelde olayı arkadaşlığın zedelenmesine götürür. En iyi ihtimalle karşılıklı hissedilen sevgi ve güven derecesi azalır.

2)     Yapmayacağınızı ve nedenini açık açık söylemek, af dilemek – böyle bir şeye gerek olmadığını düşünseniz ya da düşünmeseniz bile. İlk yöntemden daha fazla arkadaşlığı koruduğu düşünülse de aynı sonuçlara yol açabilir. Nedenleriniz, arkadaşınızın gerekli bulduğu bir işi gereksiz bulacağından ve arkadaşınız da bunların anlamsız nedenler olduğunu düşünebileceğinden tamamen ters tepip beklenmeyen derecede şiddetli sonuçlar yaratma ihtimali de vardır.

3)     İnatla arkadaşınızı bu gereksiz işi yapmamaya ikna etmek ama her adımda yaparsa yine de onunla birlikte yapacağınızı vurgulamak. İki olası sonuç vardır. Birincisi başarısız olup yine işi yapmak zorunda kalırsınız. Arkadaşlık üzerinde kötü etkiler bırakma ihtimali yine de vardır. Gereksiz uzun tartışmalar sırasında farklı konularda yıpranmalar görünebilir. İkinci sonuçta da arkadaşınızın sizi yapmak istememekle ve “tamam istemiyorsan yapma (iç ses: biz de seni arkadaş bilirdik)” şeklinde suçlaması ve yargılamasıyla karşılaşmanız ihtimali de vardır. Sonucu söylemeye gerek yok.

4)     Yaparken devamlı şikayet etmek, sizden nefret edecek olsa da bir daha aynı işi yapmanızı isteme ihtimali azalacaktır. Yine arkadaşlık derecesinde zedelenme olacaktır. Bunu şikayetçi olmayan bir tavırla yapmak da denebilir ama daha az sevilmekten kaçmak zordur. Üstüne üstlük bir de sevimsiz bir pozisyona düşme ihtimaliniz vardır.

5)     Gereksiz işi yaptıktan sonra ve her şey bittikten sonra arkadaşınızla mantıklı bir konuşma yapmaya çalışarak bir daha bu işi yapmamaya ikna etmeye çalışmak. Arkadaşlık üzerinde en az etkisi olan ikna çeşidi budur. Tabii en başta söz konusu işi yapmak zorunda kalırsınız. Olayın ve arkadaşınızın ciddiyetine bağlı olarak tartışmanızın fayda getirip getirmeyeceği konusu vardır. Daha ciddi konularda daha başarılı olabilir ama daha ciddi bir işe bulaşmış olmak zorunda kalırsınız. Bankaya gitmek gibi basit konularda ise basitçe “ya bakarız” şeklinde biten, bitmek zorunda kalan tartışmalara şahit olabilirsiniz.

6)     Arkadaşınızı kandırmak, manipüle etmek, yalan söylemek. Başarı şansı sizin kabiliyetinize ve şartlara bağlıdır. Sonuçları da yine aynı konulara bağlı olarak kolayca işin içinden sıyrılmadan arkadaşlığın anında bitmesine kadar geniş bir skalada olabilir. Olayın etik ve ahlaki yanı yine size kalmıştır ama böyle bir yan olduğu da inkar edilemez.

7)     Yalvarmak, işi duygusallaştırmak. Kalıcı olmayan bazı başarılı sonuçlara yol açabilir. Ama arkadaşlıkta hoş olmayan bir iz bırakır. Geri dönüp sizin kişiliğinize zarar vermesi veya sonradan böyle bir harekette bulunduğunuz için pişmanlık duymanız gibi sonuçlar yaratabilir.

8)     Arkadaşlığı bitirmek. Bu diğer bazı çözümlerin son noktası olarak da ortaya çıkar. Aşırılığı yüzünden sadece duruma bağlı olarak bir çözüm olarak düşünülebilir. Ama bir çözüm olduğu da inkar edilemez.

9)     Pazarlık yapmak. Duruma uygunsa işin bir kısmını belli bir şekilde yapmak için ya da arkadaşınızın daha önce yapmak istemediği başka bir olayda geri adım atması için kullanılabilir. Aynı işin bir daha tekrarlanmaması için söz alma gibi varyasyonları da denenebilir. Arkadaşlığa aşırı çıkarsal yaklaşılması durumunda hoş olmayan sonuçlar yaratabilir. Ahlaki sorunlar ortaya çıkarabilir.

Sonuçları, mekanizması:

Eminim bunların dışında da çözüm şekilleri vardır. Özellikle özel arkadaşlıklara ve özel tipte durumlara göre değişik şekiller ortaya çıkabilir. Ama bunların bir karması ya da biraz değişik versiyonları olma ihtimalleri çoktur. Yukarıdaki bazı çözümlerin birbirine benzemesi de bu yüzdendir.

Neredeyse hiçbir çözümün kesin olmaması ve neredeyse hepsinin hoş olmayan sonuçlarla bitmesinin nedeni olayın kendisinin yani size mantıksız, saçma veya gereksiz gelen bir işe arkadaşınız tarafından zorlanmanız gibi çirkin bir neden vardır. Ama genel olarak ve de özellikle arkadaşlıkta “İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” şeklinde bir mantık hakim olduğu ve arkadaşlık anlayışında bireysellikten ve özgürlükten uzaklaşılması nedeniyle olayın bu kısmı gözden kaçar.

Ayrıca yüzleşmeye, açıklığa dayalı kurulmamış arkadaşlıkların bu tip testlerden geçmesi de ayrıca zordur.

Birçok insan bunun çözülmesi gereken bir sorun olarak görmez. Eğer ‘gerçekten’ arkadaşınsa katlanırsın gibi düşünceler geliştirebilirler.  O yüzden…

Neden Çözülmeye Çalışılmalı?

1)     Aynı şekilde düşünemediğiniz veya düşüncelerinizi paylaşarak ve tartışarak aynı noktaya, aynı sonuca varamadığınız arkadaşlarla arkadaş kalmanız başlı başına bir sorun değil midir? Bu sorunu hiç çözmeden ya da en azından çözmeye yeltenmeden gerçek bir arkadaşlığa ulaşmak mümkün müdür? İnsanlar elbette her zaman birbirlerinden farklı tercihler ve sonuçlara ulaşacaktır ama bunlara saygı duyamazlarsa, kısaca birbirlerine birey olarak saygı duymazlarsa nasıl arkadaş kalacaklar?

2)     Arkadaşınızın gerçekten iyiliğini düşünüyorsanız, doğru ve mantıklı bildiğiniz yoldan onun da yararlanmasını istersiniz, aksi takdirde onu gerçekten seviyor musunuzdur? Eğer arkadaşlarınızdan zekaları, bilgileriyle hayatınıza katkı yapmaları size garip gelmiyorsa aslında bunun da pek farklı bir yanı yoktur. Sizden katkı almaya kapalı bir insanın aslında size ne kadar güvendiği konusu da ayrıca tartışılmalıdır.

3)     Özellikle bazı örneklerde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır; çocuğunu döven aileye, eşini döven adama bu olayın kesinlikle yanlış olduğunu bildiğiniz halde sanki bir tercih meselesiymiş gibi sessiz kalmanız gibi. Özellikle bilimsel şekilde kanıtlanabilir olan, her türlü karşılaştırmayla daha avantajlı olan yolu tercih etmeyen arkadaşınızın hareketini sadece tercih meselesi ya da kendi hayatı gibi es geçtiğinizde aslen kendi inancınızı, insanlığınızı, aklınızı es geçmiş olmaz mısınız?

4)     Bazı durumlarda sadece inançları, alışkanlıkları, bilgisizliği nedeniyle arkadaşınızın zarar görmesine göz yummamanız gerekir.

5)     Dürüstlük, kendinizle barışıklık, özsaygı, prensipler nedeniyle; kısaca kendiniz için bazı noktalarda sağlam durmanız gerekir. Sırf arkadaşınız için kendinize zarar vermeniz doğru değildir.

6)    Arkadaşınız arkadaşlığınızın değerini onun isteklerine katlanmanızla ölçüyorsa böyle bir arkadaşlığı ister misiniz?